Bu sayfayı yazdır

Bilgi ve Amel

Yazan Write on Cuma, 12 Mayıs 2017 Yayınlandığı Kategori Sohbetler Okunma 6782 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

 BİLGİ VE BİLGİYİ YAŞAMA

Bu aralar bilgi-amel ilişkisi üzerinde konuşuyorum. Mesnevi ile ilgili kendime iki görev yükledim. Birincisi unutulmuş bilgileri hatırlatmak ve ikincisi kirlenmiş bilgileri hatırlatmak.

İnsanlar bu ve bu şekilde bilgiyi unutabiliyorlar. Bizim görevimiz bu bilgileri hatırlatmak. Bu hatırlatma, ayet olabilir hadis olabilir. Müslüman bir toplumda yaşıyor olsak bile bilgilerimiz çok fazla değişikliğe veya unutkanlığa uğrayabiliyor. Hele bu modern çağda hakikaten çok zor hale gelmiştir. Geçmişte bilgiye ulaşmak çok zordur. Hele ki kırsal köy gibi yerlerde inşaların bilgiye ulaşabilmesi çok büyük bir meseleydi. Peygamberimiz zamanında ve sonraki dönemlerde. Bu iletişim dediğimiz şeyin çok fazla yaygınlaşması ile birlikte insanları bilgiye karşı korumak diye bir mevzu çıktı.

Bir toz bulutu ortaya çıkıyor ve gözünüz, kulağınız, burnunuz toz doluyor yani hiçbir şey göremeyecek bir hale geliyorsunuz. Bilgi bugün toz bulutu dediğimiz şekilde. İnsanlar bunun çok iyi bir şey olduğunu düşünüyorlar fakat aslında bu çok kötü bir şey! Bu sadece bilgide değil hayatımızın birçok kısmında karşılaştığımız bir yanlış.

Mesela; diyetisyenler ortaya çıktı ve doktorlardan ayrı olarak birçok yanlış yönlendirmelerde bulundular. Diyetisyenler bir dönem ne kadar su içerseniz için faydalıdır diyorlardı. Şimdi ise fazla suyun insanın vücuduna zararı olduğu anlaşıldı. Yani her şeyin fazlası zarar getiriyor. Dinin bu fazlalık konusunda kararında ve itidalde olması diye bir noktası vardır. İslam’ın bize öğrettiği çok önemli bir unsur olmak ile birlikte hayatımızın hemen hemen her unsuruna sirayet eder. Örnek vermek gerekirse Yemek meselesi dinde bir ölçüye bağlanmıştır. Müslümanlar sadece helal kazanç ve yemek ile mükellef tutulmamış kararında yemek, içmek ile de mesul tutulmuşlardır. Bu çok derin meseledir. İslam baştan sona bir kararında olmak, orta noktada olmak gibi bir duruşu vardır.

Kuran kerimde bu konudan bahsederken;

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ 

 

"Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı Şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Biz Peygambere uyanı, ökçesi üzerinde geri dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğini (Kâbe'yi) kıble yaptık. Bu, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara Rauf(Fefkatli) ve Rahim (merhametli) dir" (el-Bakara, 2/143). 

Not:VASAT ÜMMET Orta ümmet; dengeli ve hayırlı ümmet anlamında İslâm ümmetini vasıflandıran Kur'ânî bir terim. 

Vasat ümmet, orta noktada olmak demektir. İslam aşırılıkları sevmez ne çok aşırı nede çok geri tam orta yolu emreder.

Mesela “sırât-ı müstakîm” öyle bir kavramdır Kur'ân-ı Kerîm'de sık sık tekrar edilen “sırât-ı müstakîm” tabiri her türlü yanlışlık ve aşırılıklardan uzak, doğru, dengeli ve orta bir yolda gitmektir. Helalden bile kazansan kararında ye aşırıya kaçma…

İslamda bazı emir ve tavsiyeler var. Aslında, doğruyu ikisinden çıkartmak gerekiyor her şeyin emredilmesine gerek yok emir ve tavsiyeyi birlikte mutala etmek gerekiyor. İslam helal yemek yemeyi ve Zekâtı verilmiş maldan yemek yemeyi gibi emir ya da tavsiyelerde bulunabilir. Hep vermek ten bahsediyor. Zekât ya da sadakadan alınan mallarda helaldir. Durumun olmaz bilmem ne olur... Zekat almanın ezilecek üzülecek bir yanı yok. Cenabı Allah dilerse rızkını zekâttan sadakadan da verebilir… Zekatı alan için istemiyorum kibri olmaz veren içinde ben veriyorum diyemez. Derse ahmaklığına işarettir. Mesela, öğrenci bursu için zekât veriyorsun. Ben veriyorum diye havalara girersen bu olay senin ahmaklığına işaret eder. Cenabı Allah o rızkı ha doğrudan vermiş ha senin elinden vermiş bu ikisi de aynı şey…

Bunlar İslam’ın ince-nazik taraflarıdır. Aksi halde Müslümanların birbirini ezen aşağılayan bir toplumsal düzene girerler. Misafir size gelip yemek yediğinde sizi şereflendiriyor, bereketlendiriyor, dua getiriyor, Cenabı Allah sizi yad ettiriyor. Bu bakış açısından baktığımızda misafire biz bir şey veriyor gibi gözüksek de aslında ona borçlanıyoruz. Hayatta karşılaştığımız diğer olaylarda da mesela hastalara, yalda kalmışlara, ihtiyaç sahiplerine vs. ne olursa artık bir şeyler yapabiliyorsak mutluluk duyabilmeliyiz. Bunu başa kakma, üstünlük, kibir için, sana şöyle iyilik yaptım diye kullanıyorsak bu tam bir akıl hastalığıdır! Akıl hastalığı derken bu psikolojik bir vaka değil aklının olmadığına delalettir. Yapılan bir iyiliği ben şu iyiliği yaptım diyerek akılda tutmaktan daha büyük bir akıl hastalığı yoktur.

Yaptığın bir iyiliğe minnet duyacaksan Allah’a karşı minnet duymalısın. Çünkü, bu fırsatı kaçırabilirdin. Cenabı Allah sana böyle bir hayır kapısı açtı diye şükretmen gerekiyor.

Helal yiyeceksin bunun içinde çalıştığının hakkını vermen gerekiyor. Malının zekatını, sadakasını, ya da yanında çalıştırdığın bir işçi varsa onun hakkını tam verebilmen gerekiyor.

Bir Müslümanın, evine bir temizlikçi geliyor, ya da taksiye biniyorsunuz vs. para verdiğiniz de parayı kısan değil daha fazlasını verebilecek bir cömertlikte olabilmeliyiz. Onun da bir çoluk çocuğu var. Para nimettir devlettir! Berbere gittin yirmi TL yerine yirmi beş TL verebilmektir. Müslümanlık mümkün mertebe elden çıkartmak daha çoğunu verebilmektir. Bu sadece para konusunda değil diğer konularda da böyledir. Yardımcı olmak…

Müslümanlığın temel noktalarından biri cömertliktir. Misafirliğe gelen kişiyi doyurur, hürmette kusur etmez…

Adamın başına birçok şey gelebilir, iflas etmiş, hastalanmış, muhtaç duruma düşmüş. Böyle biri için zekât parası çok helaldir. Allah’tan sana temiz bir para geliyor. Ama adam parayı şöyle kazanıyor… Bu seni ilgilendirmez. Zekât helaldir. Toplumda, gelenekte dilenmek ayıp karşılanır. Dinde ayıp karşılanmaz. Dinde ayıp olan şey çalıştırdığın kişinin hakkını vermemektir, yalan söylemek, cimriliktir vs… Toplumda ayıp olan ile dinde ayıp olan örtüşmez. Gelenek bizi daha kibirli, etkili, adımızı yükseltebilmek için vardır. Din ise bizi Allah’a yaklaştırmak için vardır. Dolayısıyla, dinin davranışıyla, geleneğin davranışı birbirinden çok farklıdır. Bunlar çok önemli meselelerdir. Bunlar anlaşılmadığında, gelenek ile din birbirine karıştırıldığında o zaman gelenek dini geriletiyor. Dini geleneği meşrulaştırmak için alet olarak kullanmaya başlıyoruz. Mesela Anne veya babasınız çocuğunuza sözünüzü dinletebilmek için “eğer sözümü dinlemezsen Allah seni şöyle cezalandırır.” Diyerek dini tehdit aracı olarak kullanıyoruz. En kötüsü dini geleneğin aracı, sopası haline getirmek… Bu çok kötü-tehlikeli bir meseledir. Aslında geleneğimiz, örfümüz, adetimiz, dinimizin aracı, yardımcısı olması gerekir. Asıl olan dindir diğerleri teferruattır. Bunun böyle olması gerekiyor.

Toplumda dilencilik ayıptır. Toplum, bu insanın ihtiyacı var mı yok mu diye bakmaz, kişiyi aşağılar…

Halbuki kuran bize

وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ 

El açıp isteyeni de azarlama!

Duha 10

Neden azarlama, çünkü imkânı yok ki dileniyor. Dilenmek kelimesi de biraz ağır bir kelime. Dilenci kelimesini de dinden çıkarmak gerekiyor. Kul Allahtan dilenir…

İnsan kendisine cimriliği çok yakıştırdığı için daha doğrusu cimrilik vazgeçilmez bir kelime olunca o zaman karşısındaki adam dileniyor. Müslümanlıkta bu olay çok basit imkânın vardır ya da yoktur, verirsin ya da vermezsin bu çok basit bir meseledir. Dinin kavramı dilencilik değildir. Dinin kavramı biri senden bir istekte-talepte bulunur. Bu talep karşısında ezilmez… Mesela evde soba yanmıyor. Bundan dolayı eve odun lazım vs… bunları söyler. Eğer imkânın varsa bu sorunu çözersin yoksa çözülebilecek birine yönlendirirsin. Mevzunun çözülmesi gerekiyor. Ne o ezilir nede sen büyüklenirsin. Asrı saadette bu oluyordu. Bu işin temeli burasıdır. İnsanlar Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde. Ne Medineliler dilenci oldu nede Mekkeliler kibirli oldu! Bu adamlar geldi ne yapacağız elde ne varsa ikiye böleceğiz! Müslüman düşüncesi gereği dilimizden bu dilenci kelimesini çıkartmamız gerekiyor. Sadece kul Allah karşısında dilencidir. Biz Allah’tan bir şeyler dileniriz. Biz bir adama dilenci dediğimizde o nu aşağılıyoruz. Burada kendimizi nereye çıkarttığımızı iyi düşünmemiz gerekiyor. Biz kendimizi uluhiyete (Allahlık vasfı) yakın bir yere çıkartıyoruz!

Adam geldi benden dilendi! Adam niye dileniyor? Şöyle bir baktığında görebilmeliydin. İmkânın varsa ona bir şeyler verebilmelisin. Burada kendini durumunu görmüyor onu aşağılayarak kendini meşrulaştırıyor. Ne diyor Toplumdaki dilenciler… diye söze başlıyor.

Bir toplumda dilenci varsa o toplumun cimri, ilgisiz, saygısız, olduğuna dair bir delil teşkil eder.

Dönelim kararlılık, orta yol, ölçü mevzusuna. Helal dahi olsa yemek yemeye ve içmeye bir ölçü konulmuştur. Bazı fırınlarda bir ekmek kendine bir ekmek askıya yani ihtiyaç sahibine diye bir yardım şekli vardır. Sonra fırınlar bundan vazgeçiyor bir sorumluluk çıkar diye! Ya da markete gittin bir pirinç kendine bir pirinç ihtiyaç sahibine alabilmek gerekiyor. Bu çeşit yardım etmek gerekiyor.

Misafirlikte böyledir. Bir insanın misafirinin çok olması erdemli olduğuna işarettir. İslam bu benciliğin, egonun dünyasını kırmak için başkalarını araya sızdırıyor. Çünkü senin konforunu bozmak istiyor. Modern dünyaya baktığımızda Anne baba dahi yük duruma geliyor. Anne baba da evladı yük olarak biliyor. Fakat dinin muradı böyle değildir. Dinin muradı bizim bir arada birbirimize yakın olup konforumuzu bozmamızdır. Bu şekilde kimin neye ihtiyacı olduğunu bilirsin.  Bu bakımında İslam’ın bir vasat, ölçülü, itidal üzere olma şekli vardır. Müslümanların bunu çok iyi düşünmesi gerekiyor.

Biz bilgi ve marifet üzerine konuşuyoruz. Bilgiyi amele dönüştürmek, ameli bilgiye dönüştürmek. Hocanın iki görevi var unutulmuş olanı öğretmek. Çağımızda o kadar çok bilgi var ki! Aklımızda tutmamız gerekenleri unutuyoruz. Modern çağın aksine eski insanlar bilginin olduğu yere taşınıyorlardı. Bugün modern çağda insanları bilginin olduğu yerden taşıyalım desek çok doğru demiş oluruz. Avrupa ve Amerika’da yapılmaya başlandı. Televizyon, telefon, internet kullanma oranı düşüyor ya da düşürülmeye çalışılıyor. Fakat Türkiye de bu oranı düşüremiyorlar.  (Türkler cep telefonuyla konuşmada aylık ortalama 364 dakikayla da Avrupa birinciliğini sürdürüyor.) Bunları tek tek incelesek ve oran yüksekliğinin bilgiye ulaşma olarak söylenecek. Televizyonu seyret bilgili ol!        (Türkiye'de insanlar haftada ortalama olarak 20 saat TV izliyorlar.) Televizyon seyretmek ile insanlar bilgili olsaydı Türk toplumunun uzaya çıkması gerekiyordu. Bu kadar dizi, filim vs izleniyor insanların, kelime dağarcığı gelişmiyor, insanlar ile ilgili bir şeyler öğrenilmiyor… Bir brezilya dizisine bir milyon bölüm izle sürekli aynı hikayelere muhatap olursun. Diyelim ki arabada bir kaset var sabahtan akşama kadar aynı şeyi çalıyor. Biri diğerini aldatıyor, öbürü diğerini aldatıyor. Bu seni geliştirebilirmi, geliştirmez.…

Bir Müslümanın bilgiye giderken sahte, yanlış bilgiyle mücadele etme gibi bir görevi vardır. Sağlıklı bir bünye kazanabilmek için obeziteyle mücadele edebilmemiz gerekiyor. Aynı şey zihin sağlığımız içinde gereklidir. Sağlıklı bir zihin için obeziteyle yani lüzumsuz bilgi ve enformasyonla mücadele edebilmemiz gerekiyor. Bu İslam’ın talebi ve mücadelesidir. Bazen televizyonu açıyorum ve bakıyorum bir tarih programı. Saatlerce tarih anlatıyor da anlatıyor. Sonra düşündüm bunları dinledim şimdi ne oldu ne öğrendim! Rus çarının bir hadisesini anlatıyor buradan ne çıkar! Buradan bir şey çıkmaz. Yorumu olmayan bilgi, bilgi değeri olmaz! İslam bu tür bilgilerden uzak durmayı, ilgilenmeyi, mücadele etmeyi öğretiyor. Gürültüye, kaosa, enformasyona, kirliliğe karşı seni koruyor bunları duymamayı öğretiyor. Neden? Çünkü senin zihnin kıymetli. Çünkü Zihnine bir şey girdiği zaman onun oradan çıkması çok zor. Neticede zihnimiz, algımız sınırlıdır. İsimler, televizyon, bunları bir türlü unutamıyoruz daha sonra rüyalarımızı bile belirlemeye başlıyorlar. Bu tarz kötü bilgiler bizde çoğaldığı zaman iyi bilgi unutuluyor.

Doksanı yıllarda okul zamanında okula gittiğimizde genelde akşam televizyonda nerde kaldıysak ondan konuşuyorduk. Bu Müslüman toplumun çok ciddi bir meselesidir. Neden? Çünkü bir türlü ciddi bir meseleye sıra gelmiyor. Hadisleri ayetleri yeniden öğrenmemiz gerekiyor.

Türkiye’de Türkler olarak sözlük kullanmıyoruz. Böyle olunca da altıyüz yediyüz kelimede kalıyoruz onunda hakkını veremiyoruz.  Bir İngiliz ise İngilizce dersinde bile sözlük kullanır. Çünkü o kelime hakkında bir deyim vardır. Farklı manaları vardır. Açarsın sözlüğü ufkun gelişir. Elin kitaba, kaynağa giderse bilgin tazelenip yeni bir bilgi haline gelir.

Müslümanın az çok hadis ve ayet bilgisi vardır. Fakat bu bildiklerini nereden öğrendiklerine ait bir fikirleri yoktur. Nerden diye duydun, diye sorsan bir yerlerden duydum der! Peki o hadisin tam olarak duyduğun gibi olduğundan emin misin? Bir hadis okumuşsun üç sene geçmiş aradan ve sen hala aynı hadisi kullanıyorsun. Peki sen söylediğin hadisin aynı hadis olduğuna emin misin? Hafızan onu unutturur, hem de öyle bir şekilde unutursun ki fark etmezsin bile. Bu nedenle bilginin hep tazelenmesi gerekir. Toplumda bir hastalık lafı geçtiğinde hemen bizim komşuda şöyleydi şöyle bir ilaç kullandı iyi olmuştu diye başlarız. Çok şükür çoğunlukla hastalık konusunda kimse kimseyi ciddiye almaz. Bir doktora gidip işin aslını öğrenmeye çalışıyoruz. Fakat dinde söylenenleri ciddiye alıp senle tartışmaya başlıyorum. Din hakkında da bu böyle dedi, şu şöyle söyledi şeklinde konuşuluyor. Bir bilginin en kirli hallerinden bir tanesi de duyumlarımız üzerinden bir dindarlık bilgisine sahip olmamız. Bu mesele Müslümanların çok ciddi bir meselesidir.

Cenaze de biri yanıma geldi. Bana bir soru sordu sorunun amacı tartışma aramak olduğu belliydi. Bundan dolayı bende cevap vermedim. Mümkün mertebe tartışmalardan uzak durmayı yeğlemişimdir. Din üzerinde konuştuğu konu You Tube’da izlediği üç dakikalık bir videoyla tartışma konusu açmak istiyor. Hepimizin yılda bir bildiğimiz bilgileri tazelememiz gerekiyor.  Çünkü bir yıllık bilgi, bilgi olma vasfını kaybetmiştir. Nasıl ki giydiğin bir kıyafet eskiyince, deforme ya da yırtılınca yenileme gereği duyuyorsun bu şekilde bilginin de deforme olduğunu bilip sürekli güncel tutmak zorundasın. Doğuştan öğrendiğim din diye bir bilgi yoktur. Her yıl din bilgilerimi yenileyeceğim yaptıracağım. Böyle olması gerekiyor. Böyle olunca, tecrübeniz artıkça sizin için bilgi daha kıymetli olacaktır. Geçen sene okuduğum romanları ya da hadis kitaplarını yeniden okuyup yenilemem gerekiyor. Çünkü altı ay içerisinde zihinde bilgi mutlaka kirlenir.

Fıkıh, Hadis, ayetler, Resulullah’ın hayatı ile ilgili, temel bir kitabımızın olması gerekiyor. Bu üç beş kitabı düzenli olarak okumamız gerekiyor. Yeri geldiğinde bir kitabı başka bir yazardan okuyacaksın. Kapta yemeğin bozulması gibi Hafızanda da bilgi bozulur. Bundan dolayı bilgini sürekli güncellemek zorundasın. Bu bozuk bilgilerinle kendi hayatını yaşama çalıştığın gibi bu bozuk bilgilerle başkalarının hayatlarını değiştirmeye çalışıyorsun. Bilgilerin bozulması, deforme olması, anlamsızlaşması bir Müslümanın en önemli meselelerindendir. Anlamsızlaşınca ne oluyor kimin heybesinde ne varsa onla yaşıyor. Anneden, babadan ne duyduysa bu bilgilerle dini yaşamaya çalışıyor.

Sahabenin çok güzel bir özelliği de şuydu. Rasulullahtan bir söz duyduklarında bunu araştırırlardı daha sonra akıllarına yatmadığında gidip Resulullah efendimize sorarlardı bu sözü gerçekten siz mi söylediniz diye… Dini bilgilerde ben sana güvenirim diye bir cümle yoktur. Güven meselesi değil ki bu! Araştırma, doğruyu bulma meselesidir. Bu şahsiyet, karakter meselesi değil ki bilgi meselesidir. Senin hafızanda bozar onun hafızasızda bilgiyi bozabilir! Bugün camilerimizde gidip imamın bilgisine başvuracak bir sosyal mekân yok. Hele bayanlar için bu çok daha zor. Normalde caminin bir cemaati olması ve cemaatin imamla içli dışlı olabilmesi gerekiyor. Hanımların, erkeklerin çocukların hocayla konuşup tanışabilmesi gerekiyor.

Bilginin hatırlanması konusu çok önemlidir. Yoksa kırıntı bilgilerle yalan yanlış bilgilerle konuşuyoruz. Bu şekilde dindarlığı asla ayakta tutamayız.  Eskiden takvim yaprakları arkasından, gazete kenarlarından öğrenirdik. Bugün ise televizyonda hoca şöyle dedi ki diyor. Belki öyle demek istemedi!

Ailede Annelerin Babaların elinde kitap olması gerekiyor!

Tasavvuf çalıştığımız için sanki birçok şeyin hesabını bizim vermemiz gerekiyor gibi bir algı var. Bundan dolayı gittiğimiz yerlerde bize bazı sorular soruluyor. Şöyle bir soruyla karşılaşmıştım. Bazı müritler şeyhleri için “himmet ya şeyhim” diyorlar bu nasıl bir söz böyle! Evet bence de himmet ya şeyhim denmemesi lazım dedim. Nasıl yani diye bana geri döndü… Şöyle olursa denebilir.  Himmet dua demektir. Mesela şuna bir himmet edin dersem. Şuna bir yardım edin demek istemişimdir. Asıl yardım nedir. Müminin mümine duası yardımdır. Şeyhinin himmeti yani duası istenmektedir. Bir müminin kendisine yaptığı duadan çok başkasının onun için yaptığı dua daha makbuldür. En iyi bildiğim müminde şeyhim bundan dolayı şeyhimin duası benim için kabul olunur.Bu cevabı duyunca şaşırdı

-Bu böyle miymiş dedi.

- Evet dedim konu bundan ibaret. Tasavvufta böyledir dedim.

-O zaman kavga bitti dedi.

-Bitti dedim. Kavga niye olacak ki!

Bir cümleyi değiştirmekle mevzu bitiyor. Bir başka soruda şefaat bahsinden gelmişti. Şefaat konusunda dair çok tartışma ortaya çıkıyor Peygamber şefaat edebilir mi edemez mi? Şefaat Peygamberin ümmetine duasıdır. Cenabı Allah cehenneme atacakken peygamber efendimiz şöyle demeyecek; Bunları cehenneme atma falan… Allah’ın karşısında hiç kimse konuşamaz. Dua edebilir. Yarabbi kullarını, hepimizi bağışla diye dua edebilir. Peygamberin yeryüzündeki, ahiretteki, her yerdeki duası makbuldür. Böyle dediğimizde o zaman bu konuda da kavga konusu yoktur dedi. Gerçekten de kavga konusu yoktur.

Fakat kitaptan bilgi kitaptan değil de duyumdan olursa kavga kaçınılmazdır. Çünkü kulak mutlaka noksan duyar. Duyduğunu da kendine göre yorumlar. Biz Müslüman toplumların meseleleri bilgilerimizin kaynağının kulaklarımız olması. Televizyon gibi yerlerden öğreniyoruz. Bu din televizyondan öğrenilmeyecek kadar mühim bir meseledir. Nasıl ki televizyon izleye izleye doktor, dedektif olamıyorsun. Televizyondan izleyerek hoca olmazsın, dinini öğrenemezsin. Din için hakikaten bir hocanın terbiyesinden geçmen gerekiyor. Bir şey okuyacaksın. Takip edeceksin vs. Görevimiz hoca olmak değil. Herkesin kendisine yetecek kadar hadis, ayet, fıkıhı tam-sahih olarak öğrenmesi gerekiyor. Çağımızın en önemli meselelerin den biri olan bu unuttuklarımızı bu şekilde ele alabiliriz.

             Şimdi gelelim kirlenmiş olan bilgiye. Bu kirlenmiş olan bilgide çok önemli bir meseledir. Bilgiyi kirleten ana unsurlardan biri bizim menfaatlerimizdir. Herkes kendine göre algılamak, çevirmek ister. Herkes dünyanın merkezinde benim diye varsayar!

Kadınlar, kendilerine göre yorumlarlar. Mesela Cennet annelerin ayakları altındadır sözünü çok severler. Ya da kadını yücelten başka hadis veya ayetleri seçerler. Erkekler, işçiler, işverenler herkes kendilerine göre ele alırlar. Herkes ben burada durayım onu kendime çekeyim diye uğraşıyor.

           İmam hatip yıllarındayız. O sıralar çok fazla cemaat grupları var. Sınıfta herkes kendi cemaatinin en doğru olduğunu ispatlamak için bir tartışma içinde. O sırada öğrencilerin için de biri hocaya şöyle bir söz söyledi. Peygamber efendimiz şimdi yaşasaydı hangi cemaate giderdi! Hoca; bu ne biçim söz dedi. Peygamber efendimiz bir cemaate gidermi! Burada durur hepsini kendine çağırırdı dedi.

 Sınıfta jeton düştü ama herkes golü yedi. O bulunduğumuz noktada herkesin talebi Peygamber gelse bizimkine dahil olurdu. On yedi on sekiz yaşlarındayız. Çocuk değiliz. Siz, siz olun çocuktur yapar diye bir cümle kullanmayın. Anne ve babalar severek aşağılarlar. Altı yedi yaşındaysa mevzu bitmiştir. Artık onu yüceltmeliyiz. Köy şartlarında bir çocuk şehir hayatında ki bir çocuktan daha çok yeteneklidir. Şehirde çocuk dışarı çıkamıyor. Aşırı korumacılık çocuğu ahmaklaştırıyor.

O gün bugündür Peygamber gelse hangi cemaate gider cümlesi benim için çok önemli bir cümledir. Biz mi ona gideceğiz o mu bize gelecek!  Kavga ediyoruz. Daha sonra sanki Cenabı Allah bizim tarafımızda, kolluk kuvvetimiz gibi düşünüyoruz. Seni bir Allaha havale edeyim de sen gör! Ya sen görürsen! Herkes saltanat hayatını korumak istiyor.

Şimdi size Şeyh Sadi’nin Bostan ve Gülistan eserinden bir hikâye anlatayım; Boğa güreşleri yapılıyormuş. Güreş yapılmış biri ötekisini hilesiz yenmiş. Daha sonra yenilen taraf hakeme itiraz etmiş burada çok büyük bir haksızlık var. Hakem olaya tekrar bakmış bir haksızlık yok demiş. Karşı taraf var demiş. Haksızlık kısmı bu yenen boğa benim boğamdan bir gün önce buraya geldi. Benim boğam ise bugün geldi. Haksızlık bu demiş. Bir gün önce gelen boğa burasını kendi vatanı olarak belledi. Bu yüzden vatanını müdafaa etmek hissiyle benim boğamı yendi. Benim ki ise sonra geldiği için kendisini misafir olarak kabul etti. Yerleşme fikri onda oluşmadı. 

Bu bir Müslümanın dilinden çıkan derin bir cümledir. Müslümanlar o bulundukları yere yerleştikleri için vatanlarını savundukları gibi kendi pozisyonlarını savunuyorlar. Anneysen, babaysan, patronsan vs. hangi konumdaysan kendi pozisyonunu savunuyorsun. Herkes kendi yerini savunuyor. Savunurken dil lazım, taş, araç gereç lazım. Attığımız en tehlikeli taş ayet ve hadislerdir. Bir ayet ve hadisin en tehlikeli tarafı onu bir taş gibi karşı tarafa atmaktır. Peygamber hadisiyle kendi konumunu korumaya çalışıyorsun. Halbuki yapman gereken şey oradan kalkıp buraya gelmen gerekiyor. Böyle yapmadığın zaman hadisi, ayeti zihninde bozuyorsun, kirletiyorsun. Neyle kirletiyorsun kendi çıkarınla. Hocalığın görevi unutulmuşluğu hatırlatmak, kirlenmişi temizlemek. Diyelim ki peygamber ile aramızda bir kanal var bu kirlendi ya da eskidi. Eskiyi atacağız yeni bir kanal kuracağız ya da kirlendi kirliyi temizleyeceğiz. Hocanın, cemaattin, ferdin herrkesin  bunu beraber yapması gerekiyor. Bu işler duyarak olmaz!

             Herkesin elinde Hadis, ilmihal, Fıkıh, Peygamberimizin hayatı eserlerinin olması gerekiyor. Bu eserlerdeki bilgileri sadece kendisi için ve çevresindeki birkaç kişi için öğrenmesi gerekiyor. Din üzerinden tartışmayı ortadan kaldırmak gerekiyor. Din bahsi amatörce, sevecenlikle araştırılacak bir bahistir. Tartışılacak bahis sizin taraf tuttuğunuz, emin olduğunuz yerde olur. Mesela Fenerbahçe meselesi tartışabilir. Çünkü siz Fenerbahçe takımının iyi takım olduğunu düşünürsünüz bundan dolayı taraf olursunuz. Fakat din konusunu biz çok iyi bilmiyoruz anlamaya çalışıyoruz. Bundan dolayı biz din konusunu kesin kanaate varmış gibi savunamayız. Din konusunda taraf olduğunda beni öbür tarafa itmiş olursun! Din meselesinde hepimiz aynı taraftayız. Müslümanların hem böyle bir bilgi meselesi var hem de bilgiyi yaşama problemleri var. Din konusunda yalan yanlış bilgiler le tartışma yapmamak gerekir. Az veya çok sekiz on kitabı okumamız gerekiyor. Bize derlerdi ki bildiğin kelimeler için sözlüğe bakın bilmediğin kelimeler için zaten sözlüğe bakacaksın. Bildiğiniz hadis, ayet için hadis kitabına Kuran’a bakın bilmediğiniz için zaten bakmanız gerekiyor.

     Müslümanların unuttuğu şey bilgi-amel ya da iman-amel kısmıdır. Bilgi-amel olayının günlük hayatta da bir karşılığı vardır. Kişi, bildiği ile amel etmiyorsa o kişiye pek itimat etmeyiz. Diyelim ki ben namaz kılmayı biliyorum. Ben namaz kılana kadar bu bilginin bir değeri yok. O zaman hepimiz için ana unsur bilgiyi amel için öğrenmemiz gerekiyor. Bir şey öğreniyorsan bu bir şey yapmak içindir. Diyelim ki sağlığım için bir şey öğreniyorum bu sağlığım için bir şey yapmak içindir.

Resulullah sav efendimiz "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım!" (Tirmizî, Deavât 68)  demiştir.

Faydasız  bilgi nedir? Faydasız bilgi insana yük olan bilgidir. Nitekim kuranı kerim de;

 

مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ 

 Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Cuma süresi 5

             Kitabı okuyup da bildiği ile amel etmeyenler için Kuran’ı Kerim kitap yüklü eşsek tabiri kullanır. Amel yoksa kişinin durumu budur. Bu bakımından bilginin amele dönüşmesi gerekiyor. Hadis, ayet öğreniyorsun bunun amele dönüşmesi gerekiyor. Hadisin amele dönüşmesi için dikkatini kendine vermen gerekiyor. Sen sana bakacaksın, başkasına propagandaya bakmayacaksın. Siyaset başkasına propagandaya elverişli bir şeydir. Din başkasına propagandaya elverişli değildir. Din asıl olan şey senin yaşamandır. Sen yaşamadığın sürece bunun kıymeti yoktur. Misal ben size bir şey söyledim hepiniz yaptınız ben yapmadım. Sizin yerine getirmeniz bana bir şey vermez! Benim yerine getirmem gerekiyor. Size çok hoşuma giden bir hadis aktarıyım; Bir tane sahabe Peygamber efendimize geliyor. İnsanların farklı farklı duruşları, durumları vardır. İslam’ı öğrenmeye çalışıyorlar.

“Ya Resulullah bu insanlar kahinlere gidiyorlar” diyor.

Medine’de her yerde birçok kâhin var. Kâhin derken böyle çok abartılı düşünmeyelim fal, kahve falı gibi. Varsa böyle alışkanlıklarınız uzak durun. Fal tedbir olmaz. Diyelim ki üç gün sonra öleceksin. Öleceksin tedbir takdiri değiştirmez. Sana önündeki yıllarda nelerle karşılaşacağını söyleseler, ölürsün! İnsanın hayatının güzelliği meçhul olmasıdır. Meçhulü sevmek gerekiyor. Tevekkül orada ortaya çıkar. Bu işin teorisi öğrensen bile değiştiremezsin. Değişecekse madem niye öğrendin. Fala bakan için ise başka bir sorun olur. Bakan kişinin vehmi vesvesesi artar. Normalde bir insan vehmini yenmesi lazım. İnsanlar hakkında kuşku, vehim beslemek çok sıkıntılıdır. İnsan tesire çok açıktır. Bana bir kulak ver sana anlattıklarımdan birçok tesir alırsın. Kendine neden edilgenleştiriyorsun, aptallaştırıyorsun.

  Tasavvufta güzel bir hikaye anlatılır. Birgin müridin biri şeyhine gitmiş kendisine keşif (kabirde olanları görmek, mezardakilerle konuşmak, hayvanlarla konuşmak vs) açılması için dua etmesini istemiş. Şeyhi sen işine bak demiş ne yapacaksın keşfi şimdi. Ama müridi vehmi dürtüyor. Kaç senedir tekkede hizmet ediyoruz diye üst üste söylüyor. Neyse bizim şeyh dua etmiş gerçekten de müridin kalp gözü açılmış. Hadi bakalım ondan sonra başına gelmeyen kalmamış     Mezarlığın önünden geçerken başlamış bazı haller görmeye. Tarlaya gidiyor sesler duymaya başlıyor...  Koşarak şeyhinin yanına gitmiş. Kapat demiş şu kalp gözünü yoksa öleceğim demiş. Kaldıramayacağın şeyi niye istiyorsun ki…  Bilgi çok büyük bir yüktür. En iyisi bu bahisler hakkında söylüyorum bilmemektir! Yarın ne olacağını bilirsen dengen bozulur zaten… İnsanın beklentisi onun gerçekleşir kılar. Belkide gerçekleşmeyecek… Din bu tür şeyleri, olumsuzluğa yormayı bir dua biçimi olduğu için yasaklıyor. Vehimler kapısını kapatmak çok önemli bir konudur. Yoksa insan panik atak, depresyon vs. hastalıklara yakalanıyor.

 İnsan kendi kendisine oluşturduğu vehminin ilaçlarla düzelmesinin imkânı yoktur. Burada bir delik var sen üsten su koyuyorsun. Bu su bitecek en nihayetinde. Yapman gereken şey deliği kapatmak. Dinde vehimler deliğinin kapanması çok mühim bir iştir. Karı koca güven esaslıdır. Çocuğun ile ilişkin beyan esaslıdır. Bu konuda saf birisi sayılırım giderim bir lokantaya sorarım burası en iyi lokantamı diye ama derse ben derim sen söyle en iyisi burasımı oda evet derse bende bak burası dünyanın en iyi lokantasıymış derim. Beyanı esas alırım niye yalan söylesin ki! Adama güveneceksin! Şoförlüğe ilk niyetlendiğimde yazı yazmayı düşünmüştüm. Bana demişlerdi ki her zaman karşındaki insanın hata yapabileceğini düşünerek araç kullan dikkatli ol. Bende dedim ki bu benim ahlak anlayışıma aykırı bir düşünce şekli. Ben böyle araba kullanamam dedim. Benim ahlak anlayışım karşımdaki insanın her zaman doğru davranacağı yönündedir. Diğer türlü benim insan bakışım hatalı olur. Bir kişi hata edebilir o bir kişi için yüz kişiyi aynı kefeye koyamam. İnsanlar birbirlerine vehim pompalıyorlar neden çünkü seni tesir altına almak istiyor.

Tekrar hadise dönecek olursak sahabe bu insanlar hala kahinlere gidiyorlar sözü üzerine Resulullah efendimiz kim gidiyor, ne zaman gitmiş diye dedikodu mu yapacak. Çok muntazam bir cevap veriyor 

-Sen gitme.

Bu hadisi şerif o kadar çok hoşuma gitti ki.

-Sen Gitme

Başka bir şey söylüyor sen şöyle yap diyor. Bırak milleti… Nübüvvetin delillerinden biri olarak görüyorum. Bunun üzerine kavga çıkmasını istemiyor. Bir kişinin gitmemesini sağlamamız gerekiyor. Burada bir şey öğrendin ondan sonra ama millet, insanlar şöyle yapıyor diyorsun.  Bırak Milleti! Oynamayacak bahane gösteriyor!

           Bilgiyi amele dönüştürmek bir samimiyet, gerçekten inanma meselesidir. Diyelim ki dedikodunun yanlış bir şey olduğunu biliyorum. Fakat dedikodu yapıyorum. Ateşin yakıcılığını biliyorum ama elimi ateşe sokmuyorum. Neden, aradaki fark nedir? Dedikodunun kötü olduğuna ateşin yakıcılığı kadar kötü olduğuna inanmıyorum. Din dedikodunun ateş kadar zararlı olduğuna inanmamı istiyor. Şimdi bu inanç nasıl oluşacak? Bu inanç okuyarak olmaz çünkü bu bilgiye sahipsin zaten. Kuranı Kerimde;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ رَح۪يمٌ

Ey iman edenler. Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizlisini-kusurunu araştırmayın). Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp-arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrenip-tiksindiniz. (O halde gıybetten de tiksinip) Allah'tan korkup-sakının. Hiç şüphesiz Allah Tevvab'dır (tevbeleri kabul edendir), Rahim'dir (rahmetiyle çok esirgeyendir).

(49-Hucurât 12)

           Bir çevrendekilerin dedikodusunu yapıyorsun bir de hiç gitmediğin mesela hicazın dedikodusunu yapıyorsun. Görmediğin, tanımadığın, karşılaşmadığın insanların dedikodusunu yapıyorsun. Kimden duydun insanlardan. Bunun için niye dedikoducu oluyorsun. İnsanlar hakkında konuşurken ağzından nur saçılması gerekiyor. İnsanlar artık grupları, kategorik olarak kötülemeye kadar gidebiliyor. Dindarlıkta dedikoduyu kim bitirirse altın madalyayı ona veriyor.

-Şu Karadenizliler var ya… 

-Bir Müslüman böyle konuşmaz!

 Diyen kişiye din altın madalya veriyor. Dedikodu nefrete yol açar. Şimdi ben adamı iyi biliyorum. Sen kalkmış sen onu iyi biliyorsun ama o şöyle… diye başlıyor.  Daha sonra da neyse diyor. Sen öyle dediğinde benim bütün vesveselerim, vehmim harekete geçiyor!

    Bir müminin görevi sevgiyi çoğaltmaktır. Başkası hakkında konuştuğumuz da onun sevilmesini sağlamalıyız. Çünkü sevgi bizim yaşamamızı sağlar. Bir adamı sevdiğiniz zaman o adama iyilik yapmış olmuyorsunuz. Sevmek sizin için oksijen gibidir. İnsanlarda kibir çok büyük bir unsur olduğu için sevilmeyi sevmekten daha üstün görürler. Bu ahmaklık belirtisidir. Aklı başında bir insan sevilmeye değil sevmeye dikkatini verir. Müminler peygamberi seviyor. Soru şu Müminlerimi peygamberi daha çok seviyor, Peygamber mi Müminleri daha çok seviyor.! Açık farkla Peygamber efendimiz müminleri daha çok seviyor.  Müminler mi Allah’ı daha çok seviyor. Yoksa Allah mı müminleri daha çok seviyor. İnsanların sevgisi ne ki biraz sıkışsa başlıyor bağırıp çağırmaya. Açık farkla tatbiki Allah müminleri daha çok seviyor. İnsanlar yeryüzünü günahlarla doldursun Cenabı Allah yeryüzüne nimetlerini arka arkaya gönderiyor. Bir kış günü benden dondurma isteyen bir arkadaş vardı çok iyi dondurma olduğunda severdi. Çok iyi dondurmayı herkes sever. Dondurmayı seviyorsan bütün dondurmaları sevebilmen gerekiyor. Çok iyi bir şeyi sevebilmek için özel bir kabiliyete gerek yok! Mesela; ben insanları severim ama çok iyi olacak. Bunda bir şey yok ki! Peygamber ya da onun yolundan gidenler her insanı çok seviyor. Bu olduğunda adam oluyorsun! Şartlara durumlara bakma! Sevmek bir şeyin varlığını sevebilmektir. Niteliklerini değil onun varlığını sevebileceksin. Niteliklerine katlanacaksın. Mesela; Peygamber efendimiz bize sarımsağın kokusu bana ağır-nahoş geliyor diyor. Burada koku niteliktir ama sarımsağa laf yok! Gülün varlığı sevilir diken onun niteliğidir. Ona katlanılır. Adam diyor ki; komşuyu seviyorum ama gürültüsünü sevmiyorum. Bende sevmiyorum o da sevmiyordur zaten. Oda seni sevmiyor zaten! Birbirimizi sevmemekte yarışmaya gerek yok ki! Bu konuda kime kimseden aşağıya kalmaz ki zaten. Yunusa baktığımızda yaratandan ötürü yaratılmışı severim der. Sen bana davranışına bakarım dersin Yunus ise ben Allah karşısındaki duruşuna bakarım der.

             Bir şeyin kötü olduğunu biliyoruz ama yapmaktan da geri durmuyoruz. Bir daha okuyacağız. Din diyor ki; Kötü dediğin şeyi az bile biliyor olsan bunu yapmaya çalışırsan onun hakikatten kötü olduğunu öğrenmeye başlarsın. Mesela; ben dedikodu yapmanın kötü olduğunu biliyorum. Ama bu bilgiyi ateşe elimi sokarsam yanar dercesinde kötü olarak bilebilir miyim bilemez miyim? Bunun yolu nedir? Dedikoduyu bırakarak ve bu konuda direne direne-mücadele ederek öğreneceğim. Nasıl ki ateşin yakıcılığını öğrendiğim gibi öğrenme ihtimalim vardır. İhtimalden fazlası vardır. Yani bir bilgiyi daha iyi bir bilgi haline getirmenin yolu onu yapmaktır. Tıpkı şunun gibi düşünün araba kullanmayı biliyoruz. Bu bilginin melekeye dönüşmesinin yolu sık sık araba kullanmaktır. Araba kullana kullana bilgi melekeye-sağlamlaşmaya-gerçek bilgiye dönüşür. Mesela; biz kibrin çok kötü olduğuna inansak yapmayız nasıl ki rezil bir elbiseyi giymiyoruz. Kibrin rezil bir elbise olduğunu kabul etmiyoruz. Kibri kırpmaya çalışıyoruz.  Kibri haset, alınganlık vs. şekilde devam ederek yaşamaya çalışıyoruz.  Bundan uzaklaşmanın yolu onu yapmamaktır  Bu konu hakkında hadisi şerif vardır;

Bildikleriniz yaparsanız Allah size bilmediklerinizi öğretir.

 Bu hadisin sana bir şeyler öğretebilmesi için hakikaten dikkatini kendine verebilmelisin. Nasıl uçak havada arıza verdiğinde ilk oksijen maskesini kendine sonra çocuğuna takman gerekiyor. Bu bilgiyi bir Avrupalı rahat anlar. Fakat bir Türk’e bu bilgi geldiğinde ilk çocuğum tabiik,  bu ne biçim bir sıralama der! İlk sen kendine yapmazsan çoluk çocuğuna veremezsin! Din ile ilişkimizi bunun üzerine kurmamız gerekiyor. Önce benim yapmam gerekiyor. Ben yapmazsam bir başka kişiye öğretemem. Ben yaparsam bilgi gerçek bir bilgi haline gelir. O zaman istesem de zıttını yapamaz hale gelirim.  Mesela; hırsızlığı, dedikoduyu istesem de yapamam. Çünkü kötü olduğuna yüzde yüz emin oldum. Bilgi ve amel bu demektir ve bugün Müslümanların unuttuğu bir şeydir. 

Ekrem HOCA

Mehmeht Aki Ersoy Kültür Merkezi  Pendik

09.03.2017

Sohbet Metnini yazıya Döken

Mehmetsirin

Son Düzenlenme Pazartesi, 12 Haziran 2017 22:04