Tasavvuf (142)
Ali TENİK
öz
Bu makalede Nûh Peygamberin birçok din, inanç ve felsefede farklı şekilde yorumlanan peygamberlik görevi tasavvufî bir perspektiften yorumlanmaktadır. Bu çerçevede tasavvufî bir anlayışla Hz. Nûh’un Rasûl misyonu tasavvuf eğitim süreci doğrultusunda işlenmektedir. Tasavvufu bir bütün olarak yaşayan sâlik ve mürşîdlerin istikameti, Nuh’un gemisinin izlediği rotadır. Onların ana gayeside, bütün insanların beşerî tûfânlardan kurtulmaları ve Allah’a kavuşmalarına yardımcı olmaktır. Bu perspektif ışığında bu çalışmada, metaforik anlamda Hz. Nuh’un gemisi ve Nuh tûfânı hakkında bilimsel değerlendirmeler yapılmıştır.
Giriş
İnsanlığın tarihsel seyrinde farklı din, inanç inanış ve felsefelerde Nûh peygambere, Nûh’un gemisine ve Nûh tûfânına farklı anlamlar yüklenerek değerlendirmeler yapılmıştır. Sûfîler, bu konuyu getirilen yorumların dışında farklı bir perspektifte ele almışlardır. Sûfîlerin Nûh, gemi ve tûfân hadisesine yaklaşımı tamamıyla terbiye/eğitim süreci perspektifinde olmuştur. Onlar, Nûh’u, gemiyi ve tûfânı sûfînin maddî ve manevî oluşum aşamalarını kendi içinde barındıran seyr u sülûk süreciyle eşleştirerek sembolik bir dille açıklarlar.
Sûfîler, Nûh’un gemisini sülûk makâmının en önemli mihenk taşı olarak görmüşlerdir. Sûfî terbiye aşamasında, kendi mürşidine hakîkati öğrenmek ve yaşamak için bağlanan sâlik, insanların ve diğer varlıkların tûfânda kurtulmak için Nûh’un gemisine sığınmaları benzeri bir güvenle yaklaşırlar.
Ayrıca sûfîler, Nûh peygamberi nebi değil, ilk rasûl olarak görmektedirler. Bu nedenle Nûh'un peygamberlik görevine/bisetine büyük bir değer atfedilmiştir. Zira onlar kendilerinin rûh hâlini ma’rifet menzillerin sayısının kendilerine ait olduğu belirtilen ve Allah’ın dostları Âdem, Nûh, İbrahim, Cebrail, Mikail ve İsrafil’in kalp bigisi/hâli üzere olduğunu iddia etmişlerdir. Onun için Allah’ın velî kullarından bazıları, Nûh’un gönül özelliğini taşıdıklarını ifade etmişlerdir. Bu gönül, bütün nesneye karşı apaçık bir nûr, beyazlık, yani renksizlik üzerindedir. Onlar, Nûh gibi, “Rabbim! Beni, anne-babamı ve evime mü’min olarak girenleri bağışla. Zalimlere hareket imkânı bırakma” diye duâ ederler. Bu Allah dostu insanların makâmı, tasavvufî açıdan "kıskançlık" makamıdır. Nûh’un bu hâli üzerinde bulunan kişilerin özelliği ise, kabz/daralma hâlidir. (İbnü'l-Arabî, 1992: II/382).
MECALİS-İ SEB'A
Yard. Doç. Dr. Nuri Şimşekler S.Ü.Fen-Edebiyat Fak.Öğ.Ü.
“Yedi Meclis” adını taşıyan bu eser de Mevlâna’nın çeşitli zamanlarda kürsüden ve toplantılarda verdiği yedi vaazın yazılmasından oluşmaktadır. Eser, muhtemelen Mevlâna’nın Şems’le karşılaşmalarından (29 Kasım 1244) önce verdiği vaazların oğlu Sultan Veled veya başkaları tarafından dikte edilmesiyle bir araya getirilmiştir. Kitabın bazı bölümlerinde Sultan Veled’in İbtidânâme adlı mesnevîsinden de beyitlere rastlanması bu eserin Sultan Veled tarafından oluşturulduğu veya bazı tashihler yapıldığı intibaını vermektedir.Yine, I. Bölüm’de (Meclis) Şems’in Makâlât’ından bazı hikâyelerin aktarılması; Şems’le karşılaştıktan sonra da Mevlâna’nın bir veya birkaç kez vaaz verdiği hususunda bize ışık tutmaktadır.
Mesnevî ve Dîvân-ı Kebîr’e göre daha az yazması bulunan bu eserin en önemli ve en eski yazması Mevlâna Müzesi Kütüphanesi’nde 79 no’lu mecmua içerisindedir. Mevlâna’nın Fîhi mâ Fîh ve Mektûbât adlı eserlerinin de bulunduğu bu mecmua, 1351-1354 yılları arası istinsah edilmiş ve Gölpınarlı’ya göre her üç eser için de en sağlam nüshalar olarak değerlendirilmiştir.
Türkçe Tercümeleri
Eser ilk olarak “Mevlâna’nın Yedi Öğüdü” adıyla tercüme edilmiş ve Farsça metniyle birlikte 1937 yılında yayınlanmıştır. Farsça metnini (Prof.) Dr.F.Nâfiz Uzluk’un; tercümesini ise M.Hulûsi Karadeniz’in yapıp Ahmed Remzi (Akyürek) nin gözden geçirdiği bu neşir bazı dizgi ve tercüme yanlışlıklarından dolayı eleştiri almıştır.
Hayatının büyük bir bölümünü Mevlâna ve Mevlevîlik araştırmalarına adayan Abdülbaki Gölpınarlı, Mecâlis-i Seb’a’yı da tercüme etmiş ve açıklama ve indekslerle birlikte 1965 yılında Konya’da yayınlanmıştır (138 s.). Bu tercüme 1994 yılında tekrar yayınlanmıştır (İstanbul,143 s.).
Konuları ve Üslubu
Mevlâna hayatı boyunca 7 defa mı vaaz verdi? sorusuna kesin bir cevap bulamamakla birlikte; bu eseri oluşturan vaazların, genellikle Cuma Namazında istek üzerine verilen hutbelerden(?)oluştuğunu tahmin etmek bir cevap olabilir. Zaten Mevlâna’nın çeşitli yerlerde ve cemaatlarda yaptığı sohbetler ve açıklamaları genellikle Fîhi mâ Fîh adlı eserinde yer almaktadır. Yani rahat bir değerlendirmeyle söyleyecek olursak; Mecâlis-i Seb’a resmî vaazların toplandığı bir eser; Fîhi mâ Fîh ise hâl ehliyle yapılan sohbetlerin yazıya aktarıldığı bir kitaptır. Her iki eserin dili, hitap şekli ve konuların işleniş tarzından da bunu anlamak son derece kolaydır.
Her Meclisinde farklı, dinî ve toplumsal olayların ele alındığı Mecâlis-i Seb’a’nın ana Meclis konuları şu şekildedir:
- Meclis : Ümmetin bozguna düşmesi, Besmele-i Şerîf’in tefsiri, Peygamberin mucizesi (Ayın yarılması).
- Meclis : Allah’a yöneliş, günahtan çekinme, gönül zenginliği, Besmele’nin Be’si.
- Meclis : Zâhid-ârif, Padişah-kul ve inanç
- Meclis : Halka rahmet olanlar, kulluk, gerçek tövbe.
- Meclis : Abdü’l-muttalib’in yağmur duası, benlik, insanların grupları.
- Meclis : Münacaat, Tevrat’taki öğüt ve dünya, «Lâ-İlâhe» nin
- Meclis : Aklın şerefi, bilgi ve irfan, öz’den olan ve sonradan öğrenilen
11.Ayet
قَالُواْ يَا أَبَانَا مَا لَكَ لاَ تَأْمَنَّا عَلَى يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ
Kalu ya ebana ma leke la te'menna ala yusufe ve inna lehu lenasıhun.
Babalarına şöyle dediler: "Ey babamız Yûsuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Halbuki biz onun iyiliğini isteyen kişileriz."
Kelime |
Türkçe Anlamı |
kök |
|
1 |
kalu |
dediler ki |
|
2 |
ya ebana |
babamız |
|
3 |
ma |
neden |
|
4 |
leke |
sen |
|
5 |
la |
||
6 |
te'menna |
bize güvenmiyorsun |
|
7 |
ala |
hakkında |
|
8 |
yusufe |
Yusuf |
|
9 |
veinna |
oysa biz |
|
10 |
lehu |
ona |
|
11 |
lenasihune |
öğüt verenleriz |
Rûhu'l-beyân fî tefsîri'l-Kur'ân İsmail Hakkı Bursevî eserinde;
Rivâyet edilir ki Yûsuf’un kardeşleri Yahuda’nın görüşü üzerinde ittifak ettiler.
Babalarının yanına gelip şöyle dediler: “Bahar geldi, her taraf yeşerdi. Ne olur Yûsuf’u bizimle kıra gönderseniz de bir gün etrafı temâşâ etse, gezip dolaşsa.” Yâkub (a.s.):
“Yûsuf’un yanağındaki baharın güzelliğinden ayrı kalarak bülbül gibi benim gözümün hazan olmak istemesi revâ değildir. Siz gülzara gidin, ben hicran dikeni hanesinde tutulup kalayım, öyle mi?” diye cevap verdi.
Dostlar zevk u safâ baharında gülerler
Ben gam bucağında dertliler gibi kederli ve mahzun
Oğulları Yâkub (a.s.)’ın sözleri karşısında diyecek bir şey bulamadılar. Yûsuf’un yanına varıp şöyle dediler:
Gül mevsimi iki üç gündür, ganîmet bilin
Ki başka vakit hazan yağması olmak ister
Yûsuf temâşâ sözünü işitince onun mübârek hâtırı kıra gitmeyi arzu etti. Kardeşleri ile babasının önüne geldi. Babasının izin vermesini ricâ etti. Kardeşlerinin kendisine söylediği sözün mazmûnunu Yâkub (a.s.)’a arz etti.
Bu dar halvetteyim, gönlüm sahrâya gitmeyi çeker
Çünkü seher rüzgârı bostandan hoş haber getirir
7.Ayet
لَّقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِّلسَّائِلِينَ
Le kad kane fi yusufe ve ihvetihi ayatun lis sailin.
Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde soranlar için ibretler vardır.
|
Kelimeler |
Türkçe Anlamı |
kök |
1 |
lekad |
andolsun |
|
2 |
kane |
vardır |
|
3 |
fi |
||
4 |
yusufe |
Yusuf |
|
5 |
ve ihve tihi |
ve kardeşlerinde |
|
6 |
ayatun |
ibretler |
|
7 |
lissailine |
soranlar için |
لَّقَدْ And olsun:
KURAN'DA NELERİN ÜZERİNE YEMİN EDİLMİŞTİR?
Bu yeminleri şu şekilde özetleyebiliriz:
- Allah kendi zâtına (Nisâ Sûresi 65; Yûnus Sûresi 53; Hicr Sûresi 92; Meryem Sûresi 68; Sebe’ Sûresi 3; Zâriyât Sûresi 23; Tegābün Sûresi 7; Meâric Sûresi 40, Leyl Sûresi 3),
- Kur’ân’a (Vâkıa Sûresi 77; Tûr Sûresi 2; Yâsin Sûresi 2; Sâd Sûresi 1; Zuhruf Sûresi 2; Kâf Sûresi 1; Duhân Suresi 2),
- Peygamberlerin yaşadığı veya vahyin geldiği beldelere (Tûr ve Mekke) (Tûr Sûresi 1-3; Beled Sûresi 1, Tin Suresi 3),
- Meleklere (Sâffât Sûresi 1; Nâziât Sûresi 1-2, Zâriyât 4),
- Allah yolunda koşanlara (Âdiyât Sûresi 1),
- Kıyâmet gününe (Kıyâmet Sûresi 1),
- Kaleme (Kalem Sûresi 1),
- Gökyüzüne (Burûc Sûresi 1; Târık Sûresi 1, Zâriyât 7),
- Güneşe (Şems Sûresi 1),
- Aya (Şems Sûresi 2; Müddessir Sûresi 32),
- Geceye (Leyl Sûresi 1),
- Gündüze (Leyl Sûresi 2),
- Fecre (sabaha) (Fecr Sûresi 1),
- Kuşluk vaktine (Duhâ Sûresi 1),
- Asra (zamana) (Asr Sûresi 1),
- Yıldıza (Necm Sûresi 1),
- Havaya (Zâriyât Sûresi 1) ve
- Bitkilere (zeytin ve incir) (Tîn Sûresi 1) yemin etmiştir.
Kur’ân, âlemlerin Rabbi sıfatıyla Allah’tan, kullarına gelen İlâhî kelâmlar mecmuâsıdır. Bizim fikir, algılama ve anlayış seviyemize inen Kur’ân-ı Hakîm’in, âyetlerinde ve beyanlarında yeminli ifâdelere yer vermesi de bizim algıladığımız biçimde anlaşılırlığını, ciddiyetini ve sözlerinde hilâfı olmadığını anlamamızı sağlamak içindir. Cenâb-ı Hak, bazen yeminle âyetlerini doğrulamış ve kuvvetlendirmiş; bazen de bir takım varlıkları yemin konusu yaparak bu varlıkların insanlık için değerine ve kıymetine işâret etmiş ve dikkatleri bu varlıklar üzerine çekmiştir.
Cenâb-ı Allah, insanların âyetlere olan îmân ve güvenlerini temin etmek, verdiği haberleri kuvvetlendirmek, önemli varlıklar ve nesneler üzerinde tefekkürü teşvik etmek, önemli nîmetleri hatırlatmak; Kur’ân’ın, Kur’ân’ın verdiği haberlerin, kıyâmet gününün, âhiret gününün, öldükten sonra dirilişin, hesabın, cennetin ve cehennemin hak olduğu konusunda, insanları iknâ etmek ve bunlarda muhtemel şek ve şüpheyi ortadan kaldırmak gibi hikmetlerle, âyetlerini yeminli ifadelerle takviye etmiştir.
Konuya mânâ-yı ismiyle değil, mânâ-yı harfiyle bakmamız gerekiyor. Yani, Allah’ın üzerine yemin ettiği her şey, kendi başlarına değerli değil, Allah’ın yaratmış olması itibariyle yücedir, değerlidir ve kıymetlidir. Cenâb-ı Allah Kendi Zâtının yüceliğini bildirmek ve isim ve sıfatlarının tecellilerinin kemâlini ve eşsizliğini göstermek için varlıklar üzerine çeşitli şekillerde dikkatleri çekmiştir. Her şey Allah’ın kudretinin ve hilkatinin eşsiz şekilde tecellisi ve tasarrufu değil midir? Zatı Yüce olan Cenâb-ı Allah, eşsiz ve sayısız isim ve sıfatlarının eseri olan mevcudat üzerine yemin etmekle, aslında kudretinin ve hilkatinin muhtelif tecellilerine, dolayısıyla kudretinin azametine, hikmetinin kemâline, rahmetinin kuşatıcılığına, hilkatinin benzersiz güzelliğine yemin etmiş olmaktadır. (bk. Nursi, Mektubat, s. 378)(https://www.islamveihsan.com/)
"Allah'tan başkası adına neden yemin edilir?" sorusuna Celalüddin es-Suyûti (ö.911/1505) üç açıdan yanıtlar:
1. Güneş, ay, gündüz, gece gibi yemin edilen varlıkların baş tarafında mahzufbir "Rabb" kelimesi vardır. Yapılan yemin, bu varlıklara değil, onların yaratıcısı olan Rablerinedir. Böylece ifade: Güneş'in Rabbine, Ay'ın Rabbine, Yer'in Rabbine, Gök'ün Rabbine şeklinde anlaşılmaktadır.
2. Araplar yemin edilen bu varlıkları tazim ediyorlar ve bunlara yemin ediyorlardı; Kur'an da onların bildikleri, aşina oldukları üslup üzerine indirilmiştir.
3. Yeminler, yemin edenin tazim ettiği ve kendisinin üstünde gördüğü şeylere yapılır, oysa Allah'ın fevkinde hiçbir şey yoktur. Bazen kendi zatına, bazen de yaratıcısına işaret etmesi için yarattıklarına yemin etmiştir.
Rûhu'l-beyân fî tefsîri'l-Kur'ân İsmail Hakkı Bursevî eserinde;
“Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde” yâni Allah’a yemin olsun ki Yûsuf kıssasında ve onun on bir kardeşinin hikâyesinde “soranlar” kıssalarını soran ve öğrenen herkes “için ibretler” yani Allah’ın kahredici gücüne ve yüce hikmetine delâlet eden çok büyük alâmetler “vardır.” Çünkü Yâkub’un büyük oğulları en küçük oğlu olan Yûsuf’u (a.s) zelil kılmaya ittifakla karar verdikten ve yaptıklarını yaptıktan sonra Allah Teâlâ Yûsuf’u (a.s) peygamberliğe ve hükümdarlığa seçmiş, onları da ona boyun eğen ve hükmünü yerine getiren kimseler kılmıştır. Yûsuf’a duydukları kıskançlığın vebâli kendi başlarına dönmüştür. İşte bu, Allah’ın kahredici gücüne ve yüce hikmetine delâlet eden en büyük ibretlerdendir.
12-YÛSUF SÛRESİ
Yusuf sûresi, 111 âyet olup, 1, 2 ve 3. âyetler Medine’de, diğerleri Mekke’de inmiştir. Sûrenin başından sonuna kadar Yusuf Peygamber’den bahsedildiği için bu adı almıştır.
Hz. Peygamber (s.a.)’in buyurduğu gibi o “Kerim oğlu kerim oğlu kerim oğlu kerim; İbrahim oğlu İshak oğlu Yâkub oğlu Yûsuf’tur.”
Kerem,övünülecek her türlü sıfatı kendisinde toplayan bir isimdir. Yûsuf (a.s.), peş peşe peygamber olan üç zatın oğlu olmanın yanı sıra peygamberlik şerefini sûret güzelliği, rüya tâbiri, dünyevî reislik, kıtlıkta ve çeşitli belâlar sırasında tebaasını güzelce yönetebilme vasıflarını kendisinde toplamış bir zattır. Kur’ân-ı Kerîm’de Yûsuf Sûresi’nde ve gerekse Tevrat’ın Yaratılış bölümünde birbirine yakın bir biçimde ve etraflıca anlatılmaktadır. Hz. Yûsuf, Hz. İbrâhim’in torunu Yâkup peygamberin oğludur. M.Ö. 1300’lü (veyâ 1900’lü) yıllarda Filistin’de doğmuştur.
Übey b. Ka‘b’dan Rasûlullah (s.a.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
“Kölelerinize Yûsuf sûresini öğretiniz. Çünkü hangi Müslüman onu ailesine ve kölelerine yazdırır ve öğretirse, Allah Teâlâ ölüm sekerâtını kendisine kolaylaştırır, ona kuvvet verir ve hiçbir Müslümana hased etmemeyi bahşeder.”[1] et-Tibyân tefsirinde de böyle denilmektedir.
( İbn Kesîr, Tefsir, II, 446)
Nüzül Sebebi
Sûre, Mekke döneminin sonlarında, Kureyş'in Hz. Peygamber'i öldürme, sürgün etme veya hapsetmeyi planladığı bir dönemde nâzil oldu. Müşrikler, Yahudi bilginlerinden öğrendikleri üzere, Hz. Muhammed'e, "Mademki Allah sana her şeyi öğretiyor, o halde bize haber ver; İsrailoğulları niçin Mısır'a gidip yerleştiler?" diye, bir soru sordular.
Müşriklere ise şu mesajı veriyor: Eğer siz de Yûsuf'un kardeşleri gibi onu kıskanıp düşman olur, aleyhinde düzdüğünüz planlarınızı yürürlüğe koyarsanız, ona hiçbir zarar veremezsiniz; Yûsuf un kardeşleri gibi bir gün ona muhtaç olur, ona boyun bükersiniz; onun için bu kıssadan ibret alın ve düşmanlıklardan vazgeçin.
Diğer bir rivayette göre, Yahudiler Rasulullah (s.a.) Efendimize Hz. Yusuf (a.s.)’un kıssasını sormuşlar, bunun üzerine bu sure nazil olmuştur.
Hakimin rivayetine göre Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.)’e Kur’an nazil olmaya başladı. Peygamberimiz (s.a.) müslümanlara inen ayetleri okuyor, anlatıyordu. İnsanlar “Bize kıssa anlatsan, olmaz mı?” dediklerinde, “Biz sana kıssa anlatacağız.” (Yusuf, 3; Kehf, 18/13) ayeti nazil oldu. Bir müddet daha Kur’an’ı okumaya devam etti. İnsanlar “Bize konuşma yapsan, rivayette bulunsan, olmaz mı?” dediler. Bunun üzerine “Allah sözün en güzelini indirmiştir.” (Zümer, 39/23) ayeti nazil oldu. Bu sure, Mekke’de Peygamberimiz (s.a.)’in Kureyşlilerle yaptığı mücadelenin şiddetlendiği krizli günlerde, değerli pak zevcesi Hz. Hatice (r.a.) ile kendisine yardımcı ve destek olan amcası Ebu Talib’i kaybettiği üzüntü yılından sonra nazil oldu.
Ancak Muhammed b. İshak’a göre sûrenin nüzûl sebebi, kavmi tarafından zulme uğramış olan Hz. Peygamber’i sav teselli etmektir (Elmalılı, IV, 2841).
Allah'ın, "kıssaların en güzeli" olarak tanıttığı Hz. Yusuf kıssası Kur’ânı-ı Kerimde baştan sona tek sürede anlatılan tek kıssadır.
öp: Ömer Baldık
Kendi ifadesiyle çocuk yaştan beri tasavvuf kültrünün içinde yoğrulan bir isim Mehmet Fatih Çıtlak. Latin harfleri ile okumadan evvel Osmanlıca okuyabiliyormuş.
Hazreti Peygamber’i anamızdan babamızdan, hatta kendi nefsimizden daha çok sevmeyi nasıl anlamalıyız? Bu, bir ideal mi, yoksa iman etmiş olmak için bir asgarî şart mı?
Hayatındaki nimetlerin farkına varmayan, sadece su ile, ekmek ile yaşayabilen, başka bir nimet aramayan, üstüne giyindiği elbisede hiçbir renk ya da model, bindiği araçta hiçbir özellik aramayan kişi için belki sadece peygamberin varlığını bilmek de kafi gelebilir. Hayatının her safhasında sofrada üç çeşit yemek dahi olsa, salatası, tuzu, yağına kadar müdahale eden, en azından maddi zevk sahibi olan bir insana gelince, böyle bir insanın manâ sahasında da tadını alabileceği bir güzelliğe erişmesi, onun için vaciptir. Biraz kapalı olduysa, şöyle bir müşahhas örnek vermek istiyorum: