Huzur

Yazan Hacı Baba Write on Cuma, 12 Mayıs 2017 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf Okunma 2978 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

HAYATTA EN GÜZEL ŞEY: HUZUR

Hayatta en güzel şey huzurdur. Para kazanmak kimsenin elinde değil. Ben akıllıyım da para kazandım, o akıllı değildi de iflas etti... Öyle bir şey yok.

“Nahnü kassemna beynehüm maişetühüm” Allah kaderde taksimatı yapmıştır. Kul sa’y ü gayret edecek ve onu kazanacaktır. Fakat o kazandığı hayırlı mıdır, değil midir?..

Allah’tan istediğimizde, her zaman hayırlısını isteyeceğiz: “Ya Rabbi, Hakkımızda hayırlı olanı ver. Evlât vereceksen, hayırlı ver; hayırsız evlât verme. Aile vereceksen, ailenin de hayırlısını ver.”

Dünyânın hasenesi, helâl süt emmiş hanımdır. Allah kötü bir hanıma düşürmesin, hayat cehennem olur. Onun için dünyânın hasenesi olan hanım, ehl-i sünnet olacak. Ehli sünnet, Peygamberin izinden giden, helâli harâmı fark eden. iffetini, namusunu koruyan, şerefli, meziyetli hanım.

Ahiretin hasenesi, güzelliği gene hanımla kazanılır. Onun çok etkisi olur. O amel-i salihtir. Amel-i salih de ancak helâl süt emmiş hanımdan olur.

Huzur gene onunla. Para kazanır, rütbe, makam kazanır adam, ama hiç huzuru olmaz. Hayatta en güzel şey, huzurdur. Ailede, gönülde huzur. Para var, yiyecek içecek var, ama huzur yok. Huzur bulamıyoruz.

İnsan vücudu bir harp alanıdır. İçeride haset varsa, inat varsa, gurur varsa, kibir varsa, nefsânîyet varsa huzur olmaz.

İnsan vücudunda bir ihtilâl yapabilme.

Niyaz-i Mısrî Hz.’leri buyurur ki:

“Sür çıkar ağyarı kalpten ta tecelli ide Hak

Padişah konmaz saraya hane mamur olmadan.”

Sür çıkar ağyarı: Nefsin isteklerini sür çıkar. Haset var, inat var, gurur var, kibir var, öfke var... İçerisi affedersiniz çıfıt çarşısı, yahut da bit pazarı mı derler; içerisi bozuk. Bir insanın iç âlemi bozuk oldu mu hiçbir şey ona huzur getirmez. Niyazi Mısri Hz.’leri nefsânî olan bütün kötülükleri sür çıkar. Ağyar, gayrıyet, nefsânîyetleri sür, çıkar ki, Hak tecellî etsin.

Sultanlar sultanı gönül evine gelecek, ama içerisi temiz değil. Ârif-i billâh olan Allah’ın dostları, hep vücutlarında ihtilâl yaptılar. Nefsânî olan bütün kötülüklerden arındılar.

Ağyar, nefsin istediği şeyler, kötü şeyler. Nasıl arındılar? Mürşid-i kâmile gittiler.

 

Yunus Emre der ki:

“Kadılar müftüler cümle geldiler

İlimlerin bir arada koydular

Sen bu ilmi kimden aldın diye sordular

Bir kâmil mürşide varmadan olmaz

Varıp da sözünü tutmadan olmaz

 

Anlaşılıyor ki, bir kâmil mürşitten Niyaziler, Ümmi Sinânlar, Abdulkadîriler, Seyyit Nesîmiler, Beyazid-i Bestamiler, Mevlânalar... Hepsi bir kâmil mürşidin terbiyesin den geçti de ehlullah oldular.

Âyet-i kerimede açık seçik Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

[2] = “Fes’elü ehlezzikri in küntüm lâ ta’lemun” “Zikri ehlinden öğreniniz.” Bu, bir emirdir ve emirler farza girer.
-Dışımızı yıkıyoruz, ama ne çıkartır su?

-Ter çıkartır, kir çıkartır. Cünup olursa da cünupluğundan kurtarır. Ama hasedi yıkamaz su, inadı yıkamaz, gururu yıkamaz, kibiri yıkamaz. Nefsânî olan kötülükleri su yıkamaz.

-Ne yıkar?

-Zikrullah yıkar.

Sultan sarayı içi dışı pak olur. Allah demiyor ki ben yanına gelirim, otururum. 18 bin âleme sığmayan bir müminin kalbindedir. İnsan vücudunda ihtilâli, zikrullah yapar.

[3] a=¦?

Ya eyyühellezine amenüzkürulahe zikran kesira.

[4] “Vezkrullahe kesiran leâllekum tuflihûn.” Çok zikredin ki, felâh bulasınız, saadete eresiniz.

Zikir, iç temizlik yapar. Bütün evliyaullah olan zevât-ı kirâm, zikrullah ile yetişmiştir. Vuran eli, veren el hâline dönmüştür. Söven dili, Allah demeye başlamıştır. Nefsânî olan bütün kötülükler yıkılmış, iç temizlik yapılmıştır. Bu iç temizlik de zikirsiz mümkün değildir.

Bir evde sürtüşme var mı, bir iş yerinde sen ben var mı zikrullah yoktur. Zikrin girdiği yerde nefsânîyet olmaz. Nefsânîyet olmayan yerde de sen-ben kavgası olmaz.

Onun için “Kalayla Fehmi ahlak kabını” Allah’a mekan tayin edilemez. Arştadır desen, kürstedir desen, sidrededir desen, mağrip-maşriktedir desen, Mekke’dedir desen günahkâr olursun. Ama Allah kendi adresini veriyor: “Ben Allah diyen bir kalpteyim. Ben sendeyim.” Onun için gönül evimizi tertemiz yapacağız. Biz çok zikir yapmıyoruz.

Biz tarîkat değiliz. Melâmet gerçek bir hakikattır. Diğer tarîkatlarda vardır, beş bin, on bin çeker tesbihi. Bakar yolda izde sayı doldurmaya. Kur’an-ı Kerim’de sayı, adet yoktur. “Ey îmân edenler çok zikrediniz.”

 

Yunus Emre de der ki:

“Zikre sen adet verme

Sakınıp az da kılma

Gark ol kendini bilme

De lâ ilâhe illallah.”

Öyleyse çok zikretmeliyiz.

Bu dil, tatlı dil olabilmesi için, dikenlerinin kırılabilmesi için, bütün kötülüklerden arınabilmesi için, Allah’a bağlanacak.

“Dikenimiz kıranlarız

Güle aşı yapanlarız

Gül alana gül satarız

Gül bizimdir gül kokarız.”

İnsanı insan yapan şu dildir. Vücudun tercümanı dil, fermanı dil. Dil, Allah derse, mütevazı olur, tatlı dil olur, âşık olur, sâdık olur. Dil, Allah demez de dedikodu, malâyâni, fitne yaparsa... En acı şey de dil olur.

Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak rab kelimesini çok kullanır. Rabbi’l-Âlemin: Âlemlerin rabbi, terbiye edicisi.

Şu insanın şiddetle terbiyeye ihtiyacı vardır. Terbiye olmayan insan, diliyle hakaret ediyor. Sövüyor, küfrediyor, dinden-îmândan çıkıyor. Bütün hakaretleri yapıyor. Eli terbiyesiz, döver, çalar, çırpar. Vücutta nefs-i emmare söz sahibi.

Ama terbiye edilirse şu insan, gözü Allah’ın nuruyla cemâlullaha bakar. Dili terbiye edilirse zikrullah yapar. Ayağı terbiye edilirse, sırat-ı müstakimden yürür. Her hâliyle örnek insan olur.

Şeriattan veli yâd olmaz asla

Velinin aşinasıdır şeriat

Sakın soyma anı nâmahrem içre

Yüzü suyu hayâsıdır şeriat.”

Sakın ha ben namaz kıldım, oruç tuttum, deme. Tek kanatla kuş uçmaz. Kanadın biri Hakikat-ı Muhammediye, biri Tafsilât-ı Muahmmediye. Birisi Şeriat-ı Muhammediye birisi Hakikat-ı Muhammediye. Ben şeriattan veli, bugüne kadar duymadım. Mevlâna’yı düşünüyorsun, Tebrizli Şems çıkıyor karşına. Niyazi Mısrî’yi düşünüyorsun Ümmi Sinân çıkıyor karşına. Muhiddin-i Arabî diyorsun, Abdulkâdirî çıkıyor karşına. Onları irşâd edenler çıkıyor. Hz. Ali’den Hz. Sıddık’den bugüne kadar hep ehlullahlar silsilesi böyle devam etmiştir.
Bunalım varsa, sıkıntı varsa, oldu-olmadı varsa, niçin, niye, nedenler varsa, zikir yok da ondan. Niçin, niye, nedenleri kadere îmân kaldırır. İbrahim Hakk’ı Hz.:

“Deme şu niçin şöyle

Yerindedir ol öyle

Bak sonuna sabreyle

Allah görelim neyler

Neylerse güzel eyler.”

Kadere rıza ne güzel şey! Emre itaat ne güzel şey! Al denileni alma, at denileni atma ne güzel!

Hak mürşidimiz bize ne söyledi? Emre itaat edeceksiniz, al denileni alacaksınız, at denileni atacaksınız.

-Neyi atın diyor bize?

-Hasedi, inadı, gururu, kibiri, öfkeyi, benliği.

İnsan vücudu ya cennet bahçesidir veya cehennem çukurudur. İçinde haset varsa, inat varsa, gurur varsa, nefsânîyet varsa, dedi-demedi varsa, oldu-olmadı varsa, niçin niye, nedenler varsa, başka cehennem arâma.

Şu insan vücuduna cenneti nasıl getireceksin? Bunları atmakla. İşte Koca Sultan,

Sür çıkar ağyarı, gayriyeti, nefsânîyeti

Ta tecellî ide Hak.

Padişah konmaz saraya

Hâne mâmur olmadan.

Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Ben sevdiğim kulumun diyeti olurum. Gözünden görmeye göz, dilinden söylemeye dil. Ben onun diyeti olurum.”

Ne mutlu o kişiye ki, Allah’ı diyet edebilmiş. Ama şart koşuyor: Sevdiğim kul diyor.

-Ya Rabbi sevdiğin kul kimdir? Allah’a soru sorarız. Cevap verir bize:

-Sevdiğim kul Hz. Muhammed’in izinden giden. Sevdiğim kul, emre itaatle tevazuda yarışan, al denileni alan, at denileni atan.

Biz dostumuza diyoruz ki, inadı at, vuran eli at, söven dili at, nefisle bakan gözü at... Al; aşkı al, sevgiyi al, dilin en tatlısını al, tevazuyu al, mütevazı, alçakgönüllü ol. Bunu biz mi diyoruz; Allah ve Resûlü diyor.

Allah razı olduğu iyilikleri üzerimizden eksik etmesin.

Bizim derdimiz, şu genci, şu dostumuzu zarar hanesinden kâr hanesine geçirebilme. Vuran elini veren el hâline getirebilme.

Bir hikaye anlatayım size: Yol kesicinin biri caminin dışında dinlemiş hocayı. Hoca efendi camide vaaz ediyor Cuma günü: “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Dağlar kadar günahınız olsa, Allah’ın rahmeti yanında zerre kadar sayılmaz. Allah affedicidir, affı sever. Kerimdir, rahimdir. Yeter ki tevbe istiğfar edin.”

Eşkıya “Hay Allah demiş, bu af bize de vuracak galiba. Bu af herhalde bizi de tutacak.” Ama cemaatın arasına girmeye utanıyor. Namazdan sonra Hocayı bulup :

-Hoca Efendi ben caminin önünde oturuyordum, sesinizi aldım. Aftan bahsettiniz. Acaba ben de aff olabilir miyim?”

Hoca onu görünce zâten huylanmış:

-Git git demiş görünme gözüme, git.

Başka bir hocaya gitmiş. O da kovalamış. Parkta oturmuş, ama içine dert düşmüş. Birisi, geçerken ona selam vermiş ve “Ahbap, sen hiç böyle oturmazdın, böyle düşünmezdin. Sen kabadayısın. Etrafındakiler de yok. Bugün kendi başına ne hâl böyle? Hayrola neyin var?

Anlatmış o da:

-Hoca efendi sözünü tutmadı, beni kovaladı. Hem Allah’ın rahmeti çoktur affeder dedi. Bu af bana da gelir mi dedim, kovaladı beni. Birisine gittim o da öyle yaptı.

-Gel bizim efendiye gidelim demiş.

Tutmuş elinden getirmiş bir gecekonduda bir garibana. Karşılamış onları ev sahibi kapıda:

-Buyur evlât buyurun.

-Efendi durum böyle böyle. Ben günahkarım, kovulan birisiyim, bana iltifat etme.

-Ah evlât diyor efendi, o caminin önünde vaazı dinlerken bir titredin ya, orada, anadan doğmuş gibi oldun, ne varsa döküldü evlât.

Adam kapanmış ayaklarına.

-Kalk oğlum, kalk evladım. Hadi gir bir banyo yap şurada.

Sonra ona bir zikir vermiş. Yanardağlara dönmüş. Aradan 3-5 sene geçtikten sonra onu kovan hocaya gitmiş.

Hoca efendi bir soru soracağım:

-Sen cennetlik misin, cehennemlik mi?

Hoca:

-Sen sapıtmışsın, ben ne bileyim Allah bilir.

-Niye hoca efendi ben biliyorum, hani kovmuştun ya beni. Ben vallahi, billahi cennetliğim.

Hoca:

-Nasıl olur? deyince

Adam âyeti okuyor:

5

¢[5]

illa men tabe ve âmene ve amile amelen sâlihan. Fe ulaike yubeddillullahü seyyiatihim hasenât.” Allah benim seyyiemi, günahımı sevaba çevirdi. Allah va’dinde sadıktır. Va’dinde hulfetmez.

Benim vuran elim gitti, yerine veren el geldi. Söven dilim başladı Allah demeye. Hak mürşide gittim, tevbe istiğfar verdirdi. O günden bugüne artık zarar hanesini sildi, günahlar silindi. Harâm gitti, yalan gitti, ihtilâl oldu bende. Cennet bana az gelir, her yüzden nazarım Hak oldu. Sen bu gafletle mi burada imamlık yapıyorsun. Git mürşide îmân et.

Ben de öyle derviş istiyorum ki, Allah’a aşk ilan etmiş, yıkılmış nefsânîyet, yerine rahmâniyet gelmiş. Dilin en tatlısı onda. Sözün en güzeli onda.

Peygamberimize soruyorlar:

-Ya ResûlAllah! Senin sevdiklerin kimlerdir?

Buyuruyor ki:

-Sevdiklerimin elinden, dilinden, azalarından kimseye zarar gelmez.

Sen de kimseyi elinin tersiyle itme. Bundan ne olacak deme.

“Bir kez Allah dese aşk ile lisân

Dökülür cümle günah misl-i hazan.”

Aşk ile Allah demek, Allah’ın kulağına seni seviyorum diyebilme. Kulağını bulamıyor muyuz acaba? Tevbe yahu, Allah’ta da kulak mı var? Vallâhi var. Semi’dir, basardır.

“Ve yuşidullahe ala mafi kalbi.” Kalpten geçene şahittir Allah. Sen aşk ile Allah desen, o kulum demez mi? Buyur demez mi?! Allah, kullarını sevmek için yaratmış. Nasıl sevilen kul olacağız ki Hak diyetimiz olsun? Ben sevdiğim kulumun diyeti olurum. “Küntü seman ve basaran ve yedan.”

-Sevilen kul kimdir?

-Vücudunda ihtilâl yapan. “Gitti kesret, geldi vahdet, oldu halvet dost ile.

Nefsânî olan bütün kötülüklerden arınma, Allah bütün ihvânımıza nasip eylesin. Allah bütün ihvanımıza aşk versin, sevgi versin, bol muhabbet versin.

Dostlar!

Huzurlu olabilme demiştik başta. Allah insanın gönlüne öyle bir sevgi kor ki, kâinat bir para etmez onun yanında. Ne hanümanlar gördük cehennemde, ne fakirler bulduk cennette, cemâlullahta.

İnsan vücudundaki ihtilâl, zikrullah ile olacak. Muhabbetullah tecellî edecek. Allah ihvânımıza aşk versin, feyiz versin, ilhâm eylesin inşaAllah.

-Öyleyse huzuru nerden alacağız?

-Zikrullahtan.

-Nerden alacağız zikri?

-Hak mürşitten. Hak mürşidin emrine itaat, telkîne sadakat, al denileni alıp inşaAllah at denileni de atacağız.

Biz Muhammediyiz arkadaşlar, dostlar, ahbaplar! Muhammedi melâmileriz. Allah ve Resûlünü meriyete getirebilen, şahâdete getirebilen, görerek, bilerek şahâdet verebileniz. Muhammedî Melâmette Hz. Muhammet söz sahibidir. Sakın ha, avam itikadıyla Allah’ı gelecekte mezarlığın ötesine koymak, peygamberi de 1400 sene evvel öldürmek gafletine düşmeyin.

“Ben peygamber iken Adem toprakla su beynindeydi.” Sen nasıl O’na mezar kazasın yahu! “Küntü nebiyyen ve Adem’e beynel mai vet tin”

Mekke’de doğup Medine’de vefat eden Hz. Muhammed Mustafa’nın maneviyatı ezeli ebedi kaplamış. “Evvele ma halâkallahu nûri” Biz o nûrun aydınlığında yürüyeceğiz.

Allah cümlemizi onun şefaatından mahrum etmesin. Dilimizde dil olsun, gözümüzde göz olsun...

Adem safiyullah çekti şahâdet, Allah’ı Muhammed’i bir vücut gördü.

Allah hepimizi sevgisine, aşkına, muhabbetine mazhar kılsın.

Allah hepinizden razı olsun!..

Hacı baba

01. 12. 2000

http://www.tasavvufdernegi.com/

Son Düzenlenme Pazartesi, 12 Haziran 2017 22:22
Bu kategorideki diğerleri: « Kader Osman CEYHAN »

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM