Ahirete İman

Yazan Ahmed Baki Write on Perşembe, 11 Mayıs 2017 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf Okunma 2033 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

Ahirete İman ve "Sünnetullah"

"Varlığım bu bedenden ibarettir, ölümle benim sadık yarim kara toprağa döneceğim ve yaşamım bitecektir" diyenlerden isen, en güzel şekilde ve istediğin kadar yiyip içmek, eğlenmek, sevip sevilmek, çiftleşmek, uyumak yaşamın en başta gelen gayeleridir senin için doğal olarak...

Adına "ateist" de deseler, "totemist" de, hatta "müslüman" ya da aradaki diğer adlardan birini, hiç farkı yok aslında... 
Batıda ve doğuda nice din adamları, alimler, profesörler, şeyhler, hoca efendiler görüyoruz günümüzde, "ölümle yok olup, zaman sonra yeniden dirileceğini" uman ve bu imanlarıyla(!) toplumların inançlarına yön veren... 

Hey gidi koca dünya! "Koskoca yaradan bunu yapmaya kadir değil mi?" diye de gerekçeleri var!.. Ya da imanlı(!), iyi ahlâklı, kendi başına masum yaşayan kişiler: "Nasılsa yaradan öbür tarafta içimizin temizliğini görür ve bize de bir ikramiye bahşeder" umuduyla "et-kemik beden" olarak ömür tüketen...

Bu arada, "teklik" anlayışını soracak olursan, o da en güzel şekilde Taoizm'de de, Budizm'de de, Kabala'da da, New Age'de de, daha nice yeni(!) akımda mevcut... Ve dahi artık bir inanç biçimine bile ihtiyacın yok bu devirde; zira Modern Bilim en açık ve anlaşılır şekilde açıklıyor tekliği bir "realite" olarak... Sinema ve televizyon filmlerinden, dizi ya da belgesellerden dahi öğrenebilirsin bunu...

Ancak, eğer "ben bu beden değilim, bir bedenden ibaret olamam, aslen bilinç varlığım" diyorsan... İşte o zaman, DİN konusu senin için kaçınılmaz bir alan...Ancak, eğer "ben bu bedenden ibaret değilim, aslen bilinç varlığım" diyorsan... İşte o zaman, DİN konusu senin için kaçınılmaz bir alan... İster bilim, ister felsefe, isterse spiritüalizm veya başka bir yoldan başla, nihayetinde varacağın ana kaynak DİN ilmidir! Ve dahi "DİN" konusunun düşünsel temellerini kavramak isteyen için, "Tasavvuf"...

"Din" dediysek, dünyadaki türlü türlü "inanç ve tapınma" biçimleri gelmesin hemen hatıra! Kur'an-ı Kerim'in "DİN" diye kastettiği, açıkladığı, yaşadığımız, tâbi olduğumuz "Allah sistem ve düzeni"nden bahsediyoruz... Zira, bu yazıda üzerinde duracağımız üzere, varlığının nasıl ve ne şekilde devam edeceği, geleceğinin nasıl daha hayırlı olacağı ve bunun için neler yapman gerektiğinin bilgisi, sadece "İSLÂM" adıyla bildirilen "DİN" anlayışında açıklanmıştır.

"Ahirete İman" başlıklı önceki yazımızda, Kur'ân-ı Kerim'de açıklanan "ahırete iman" ile, ölüp yok olup bir zaman sonra yeni baştan dirilmekle ötede, uzaklarda başlayacak olan yeni bir yaşama değil, "şu anki bilincimizin sonsuz yaşamına" işaret edildiğine dair düşüncelerimizi dile getirmiştik.

O yazı gerçekte birbirini izleyen üç bölümü içermektedir! Ahırete imanın, ancak kişinin kendini "et-kemik beden" değil, "sonsuz yaşama sahip bir bilinç" olarak kabul etmesiyle yaşanabileceği... Kendini bedenden ibaret kabul etmek yüzünden ahıretine iman etmeyenin, özündeki hakikatine yönelimine kendisinin mâni olduğu ve o halde iken "iyi ahlâk" vs. edinmenin dahi cennete erdirmeyeceği... Ve de ahırete imanın kişiyi getireceği Rasûlullah'a iman noktası...

Konunun devamı olan bölümü de bu yazıda tamamlayalım nasip olduğu kadarıyla.

Bu arada, önemli bir inceliğin de altını çizmeden geçmeyelim: Kendinin bir bilinç olduğunu kabul etme denen şey, varlığın aslının bilinçten (ilimden, datadan) meydana geldiği ve dolayısıyla şu anki bilincinin, varlığın aslını meydana getiren orijin bilincin bir yansıması olduğunu kabul ile sözkonusu olabilecek bir yaşam sürecidir! Yoksa, günümüzde kendinin madde beden olduğunu ve beyninin ürettiği bilinci kullandığını, bu sebeple beynin ölümüyle birlikte bilincin de kalmayacağını varsayarak yaşayanlar da çoktur. Bu inançta iken bilincin veya düşüncenin gücünü kullanarak dünya hayatını en iyi, en güzel, en zengin şekilde yaşamayı amaç edinmiş olanlar da çoktur.

Ancak bu tür varsayım veya inanışlar, aslında varlığının "madde bedenden ibaret" olduğunun değişik versiyonlarıdır sadece; karıştırılmaya!

"Bilincin" nasıl ve neden varolduğu, "beyin"le, "hafıza" ve "ruh"la ilişkisi başka bir yazı konusu, nasipte varsa...
Gelelim konumuza...

Eğer, Allah'a, ahırete ve Rasûlullah'a iman senden açığa çıkmışsa, bu sayede bilinç varlığına ve onunla sonsuz yaşamına yönelenlerden isen, o vakit Rasûlullah (aleyhisselâm)'ın “zerre küllün aynasıdır" ifadesiyle işaret ettiği üzere, varlığı bir anlamda "hiç" olan "abd"ın ve abdın varedeni "Allah" ismiyle işaret edilen "sınırsız tek"in kuşattığı tüm oluşların tâbi olduğu "Sünnetullah" ile yüzyüze gelirsin!

Fark ve kabul edersin ki... Dünyadan (arz), güneş sistemine (semavat), galaksiye (kürsi), evren ve evrende tüm boyutları ile var olan her şey (kâinat) ve mevcudatın tükeniş limitine (Arş) kadar, dışsalda ve içselde (afakta ve enfüste) her birimin kendi yapısındaki tüm bu mertebeler –yani, holografik gerçeklik sonucu her zerre ve her zerrenin kendi özünde mevcut tüm farkındalık ve bilinç düzeyleri– "sünnetullah" denen "varoluş sistemine" tâbidir.

Bununla birlikte çok çok önemli bir sorgulama girer devreye! Bakarsın ki "sadece O var" demekle iş bitmiyor! "Tekliğin hakikat olması yanısıra, neden böyle bir sistem var, neden bir sisteme tâbi oluş söz konusu olsun?" der, yaşamın ne olduğunu sorgulamaya başlarsın!..

Bunun cevabını ancak vahdet ve kader sırrını yaşayanlar bilir; bizler de onlardan duyup öğrendiğimizi naklederiz.

Çünkü, varolan herşey hakikatte sadece ve sadece "ilmullah"ta vardır; "Allah ismiyle işaret edilenin ilminde" vardır!Çünkü, varolan herşey hakikatte sadece ve sadece "ilmullah"ta vardır; "Allah ismiyle işaret edilenin ilminde" vardır!

İster, "herşey noktadan ve noktanın açılımı ile varolmuştur" diyelim... İster adına, "noktadan açılan string konisi içinde açığa çıkan şuursal algılamanın sonsuzluğu", isterse “hayâl içinde hayâl içinde hayâl” diyelim... Tümü "tek kare resim" ibaresiyle yaklaşılmaya çalışılan, "yoklukla arasında başka hiç bir aşamanın olmadığı bir an"ın farkındalığından, "sınırsızlığın bir anlık açığa çıkış seyrinden" başka bir şey değildir, ismi “ALLAH” olan indinde! Ki, holografik bakışla her şey "Allah ismiyle işaret edilenin ilminde" meydana gelmektedir ve dahi "an"da "olup-bitmiş"tir!

Dolayısıyla, her şey, o "ilm"in sahibi Zatın, yine ilminde ve ilminden zuhur eden dileğinin ve kudretinin ve varlığındaki sayısız özelliklerin sonucu olarak, her “an” yeni bir “hâl alış” şeklinde “çok boyutlu tek kare resim” olarak açığa çıkar; ki işte şu anki "algı"mız ve "değerlendirme"mizle yaşam bizzat odur!

Peki Rasûlullah (aleyhisselâm) neyi açıklamıştır? Allah Rasûlü, işte bu içinde yaşadığımız, "hayal" denen, her şeyi varlığında barındıran "tekil" yapının varoluş sistem ve düzenini (çok boyutlu tek kare resmin içindekileri) ve işleyiş prensiplerini (Sünnetullah) insanlara anlatmıştır. Nasıl?.. Kendindeki hakikat “nokta”sından (Rab), bilincine (kalbine) açılan (inzal olan) evrensel farkındalık (Cebrâil) kuvvesinin açığa çıkışı (vahiy) doğrultusunda gerçekleşen “oku”ma işleviyle (ikra).

Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)'a kadar olan Nebîler, ölüm ötesinin varlığını bildirip onunla ilgili hükümleri açıklamışlardır. Hazreti Muhammed (aleyhisselâm) ise, Zâtını tanımanın getirdiği ilmin sonucunda, bildirdiği âyetler ve hadîslerle, bu sistem ve düzenin (Sünnetullah) açıklanma işlevini tamamlamış ve adı "İSLÂM" olan bu "DİN" gerçeğine dayalı olarak, insanlar için nelerin gerekli olduğunu ideali ve pratiğiyle dillendirmiş ve tanıtmıştır.

Teklik konusu da dahil olmak üzere birçok hakikati bildirseler dahi, İslâm dışında hiç bir inanışta "ahıret yaşam süreci" ve bu gerçeğin ışığında "dünyada yapılması gerekenler" konusunda yeterli ve tam bilgi mevcut değildir.Teklik konusu da dahil olmak üzere birçok hakikati bildirmelerine rağmen, İslâm dışında hiç bir inanışta "ahıret yaşam süreci" ve bu gerçeğin ışığında "dünyada yapılması gerekenler" konusunda etkin ve tam bilgi mevcut değildir! Dolayısıyla, insanın kendini "bilinç" olarak tanıması ve "geleceğini hazırlaması" yönünden işlevsel değillerdir! Bu ayrımı yapamayan nice iyi niyetli kişi, bilgi eksikliğinden dolayı farklı arayışlara girmekte, sonra da çeşit çeşit akımlara kapılarak, evrensel "İslâm anlayışı"nın ne büyük nimet olduğunu bilemeden göçüp gitmektedirler...

İslâm'ı bilmeyenlerin zirve diye niteleyebilecekleri en ileri nokta, Tasavvuf'ta "fenafillah" tabir edilen kendi varlığının sınırsız tek indinde yokluğunu anlama ve hissetme düzeyidir, ki Rasulûllah (aleyhisselâm)'ın bize açtığı "sünnetullah"ta yaşamın başlangıcıdır bu idrak. Bunu aşan kemâlâtın yaşam sürecine "bakâbillah" tabir edilir ki, algılanan ve algılanamayan her şeyi, "ilminde, kendi sıfat ve esmâsıyla, ilmî sûretler olarak var kılan" ve "her an yeni bir oluş ile onların daima abdiyetlerini ortaya koyuşlarını dileyen"in müşahedesidir o...

Günümüz bilgi bombardımanı altında maalesef tekliği bilmenin yeterli olduğu sanılmakta, çoğunluk teklik bilgisinin zirve düzey olduğu hezeyanına kapılmaktadır. Oysa, Kur'ân'ın bildirdiği ahırete iman edenler açıkça görürler ki, teklik bilgisine sahip olmak, yahut düşüncenin gücünü kullanmak veya iyi ahlâklı olmak, "cennet" diye tanımlanmış olan yaşam ortamına erdiren unsurlar değillerdir!

Yaşamı cennete ya da cehenneme çeviren, kişinin "Sünnetullah"ı değerlendirip, değerlendirmemesi, dolayısıyla bilincinin buna uygun formatı kazanıp kazanamamasıdır. Yani, hakikatine iman ve bu imanın gereği olan fiilleri ortaya koymasıdır. Bunun gerekleri, Allah Rasûlü ve son Nebisi Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)'ın öğretisiyle insanlığa mükemmel şekilde verilmiştir. İdeali vahdet olanın, pratiği sünnetullahtır!

Bu sebeple, insanın, bir yandan tekliği ve kendi hakikatini tanırken, diğer yandan da varlığını nasıl ve ne şekilde sürdüreceğini, yarını için nelerin daha hayırlı olacağını ve yarınının nasıl daha huzurlu olacağını bilmesi; yaşamına, düşüncelerine ve uygulamalarına buna göre yön vermesi zaruridir!

Tüm bu değerlendirmeler ışığında bakarsak eğer, görürüz ki "Allah'a ve ahırete iman" bir bütündür. İster nübüvvet getirisine teslimiyet yollu olsun, ister risalet kaynağından açığa çıkan hakikate iman yollu olsun, bu bütünlüğü yaşayabilenin, diğerleri ile arasındaki en önemli fark, tekliği anladıktan sonra tâbi olduğumuz yaşam sistemi ile yüzleşip, gereğini ortaya koyabilme farkıdır! Yani, adı "İSLÂM" olan "DİN"i değerlendirmenin sonucu olarak, ismi "Allah" olanı fark ettikten sonra, "Sünnetullah"ı fark edip, ona göre yaşayıp yaşayamama farkıdır! Bir gözünle tekliği müşahede ederken, diğeriyle sistemi müşahede edip gereklerini yerine getirebilmektir.

Neden böyle bir zaruret vardır?.. Şimdi gelelim bu sorunun cevabına!.. Yalnızca teklik bilgisi, iyi ahlâk edinmek ya da beyin gücünü kullanmak neden yeterli değildir insanın saadete ermesi için?..

Cevap yine yaşamın sonsuzluğuna imanda gizli! Çünkü, tekliği bilmekle ve hatta ismi "ALLAH" olanı tanımakla, kişinin varlığı ve o varlıkla süren yaşamı, tuzun suda eriyip yok olması gibi asla yok olmamaktadır! Yaşam, bilincin gelebildiği her anlayış ve kavrayış düzeyinde sonsuz şekilde devam etmektedir. 

Dolayısıyla, neye, ne kadar ermiş olduğuna inanırsa inansın, her kişi sonsuza kadar bir "kişilikle" yaşamak durumundadır dünyada ve ölüm ötesindeki her ortamda! Bu yüzden de, hakikatini ne düzeyde fark ederse etsin, sonuçta, son Nebi'nin bildirdiği Sistem ve Düzen gerçeklerine göre yaşamına ve uygulamalarına yön vermek zorundadır; yani "Sünnetullah"ı anlayıp ona uygun yaşamak zorundadır! Eğer cennet ortamı için varolmuşsa...

Yaratılışı elverenler, "Sünnetullah"ı değerlendirirler ve cennet adıyla tanımlanan huzur ve mutluluk ortamında yaşarlar! Uzak kalanlar ise türlü şekillerde yanma ortamları içinde yaşam sürerler.

Sünnetullah gereği, kimseye dışarıda bir tanrıdan mükâfat ulaşmaması ve herkesin yalnızca kendisinden açığa çıkanın (elleriyle yaptıklarının) sonuçlarını yaşamasından dolayı, son Nebi Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)'ın "ne anlatmak istediğini" kavramak, geleceğini düşünebilen "insan" için en önemli amaçtır!

Ahmed Bâki -www.ahmedbaki.com/

Son Düzenlenme Pazartesi, 12 Haziran 2017 21:21

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM