(Kendini Kâbe’nin içinde farzet, batıya dogru namaz kılıyorsun. Kâbe’nin duvarının dısındaki adam da Kâbe’ye dogru kılıyor; Kâbe duvarını kaldırırsan karsı karsıyasın. O halde içdeki ve dısardaki duvara mı dönüyorlar, duvarı kaldırırsan “yüz yüze” dirler).”
Sonra bana avucunun içini öptürdü. Ve dedi. “Ben Muhyiddin-i Arabi’yim…”
Devam etti:
“Gölge ile vücud birbirinin aynı değildir. Bu düsünce eşiği o kadar derin ve girift bir incelik merkezidir ki orada çoklarının ayagı kaymıs ve çoklarının kalbindeki hissi selâmet bozulmuştur… Bütün akılların idrak edemedigi Allah sırrının çözüm noktası ölümdür …”
“ Ölmek diye birşey yoktur. Şekilden şekile girmek vardır..”.
“ Ölümü herkes anlar. Fakat tekrar dirilmede akıl bulanır, vehim süphe içinde kalır.”
“ Gölgesi olmayanları arayıp bulunuz, ondan sonra düşünerek gölge hakkında kanaat ve mütalaaya varınız…”
Rüyada gördüğümüz şeylerde gölge yoktur. Dikkat etmediğimizden veya etmek imkânı olmadığından öyle şey olur mu demeyiniz…
Rüyada: Renk ile ses vardır, koku yoktur. Bir de gölge yoktur… Niçin bunlar yoktur?.. Merak etme !…
Bir ilahide “Gölgem kayboldu, gönlüm dolunca” diye bir söz vardır. Ruhla beden aynı sey degildir… Ruhla doymus olsa beden ne acıkır, ne de yorulur. Ama su ister… İnsan bir gölgedir. Dünya yüzünde…
Nasip bitiyordu: Kâbenin cenub kapısından beni dışarı çıkardı… “Haydi oglum yürü Arafat’a çık… Yolun nurlu olsun…”
Kulağıma yavasça adeta koku gibi fısıldadı: “Alem, sıfat-ı kemallerin zuhur mahallidir. Baska söze kulak verme...” Büyük bir ter içinde uyandım sabah ezanı okunuyordu…
(Bozüyük. 9.11.1949 gecesi)