Hz. Ali(r.a)'ın Valisine...

Yazan Write on Cumartesi, 06 Şubat 2021 Yayınlandığı Kategori Tasavvuf Okunma 1344 kez
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

 Ahd-nâme-i Hz. Ali’nin Günümüz Türkçesine Çevirisi

Müminlerin Reisi ve Takva Sahiplerinin Öncüsü Alî bin Ebî Tâlib (Allah Ondan Razı Olsun ve Onun Yüzünü Şereflendirsin) Mâlik bin Haris el-Eşter’i Mısır’a Vali Edip Gönderince Ona Yazdığı Ahdnamenin Tercümesidir. “Ey Mâlik, sana ilk emrettiğim şey, Allah korkusuyla günahlardan kaçınmayı elden bırakmaman; Ona itaat ve ibadeti seçmendir. Daima yüce Allah’ın emrettiği farzlara ve Peygamber’in sünnetine uy! Çünkü hiç kimse saadete erişemez; (insanlar) ancak Allah’ın farzlarına ve Peygamberinin sünnetine uymakla (saadete) erişir ve ancak o farzları ve sünneti inkâr ve kaybetmekle betbahtlığa ulaşır. Daima elinle ve dilinle Cenab-ı Hakk’a yardım et! Çünkü yüce Allah, kendisine yardım edenleri aziz kılmaya kefil olmuştur.

Bir emrim de benliğin istekleri, arzuları bastırınca, nefsini kırman ve (Allah’ın emrine karşı) inatçılık ve isyan ettiği zaman onu çekerek durdurmandır. Her nefsin gereği ve emrettiği şeyler, kötülüktür. Ancak yüce Allah’ın merhamet ettiği kullarından olsa, o müstesna...



“Muhakkak ki nefis daima kötü şeyleri emredicidir. Ancak Allah’ın rahmet ettiklerimüstesna...” (Kur’an, Yusuf, 12/53).
 
Bundan sonra ey Mâlik, bilmiş ol ki, ben seni birçok kimselerin vali olup kimisinin adalet ve insaf, kimisinin zulüm ve eziyet ettiği bir vilâyete
gönderdim. Sen kendinden önce gelen valilerin yaptığı işlere bakıp (onların kötü ve uygunsuz olanlarını) kınadığın gibi, insanlar da senden
çıkan işleri görüp kınayacaklardır. Ona göre hazırlık yap! Çünkü iyi kişilerin iyiliği, yüce Allah’ın kullarının diline getirdiği sözlere bakılarak
anlaşılır. (Şu hâlde) insanlar arasında iyi anılma (mazhariyetini) kazanmaya çalış! Senin katında salih amelden daha sevgili bir iyiliğin
olmaması lâzımdır. Ayrıca nefsinin arzusuna düşkün olma ve uyma!


Bilakis ona [s. 42] sahip olup (nefsini) kendine uydur ve sana helâl olmayan şeylerde benliğine karşı cimri ol; onun istediğini verme.
İdare ettiğin insanlara her zaman içten merhamet et; sevgi duy ve onlara iyilik et. Üzerlerine yırtıcı hayvanlar gibi olup onları yemeyi ganimet bilenlerden olma! Çünkü idare edilen halk iki kısımdır: Biri Müslümandır, din kardeşleridir; biri de zimmi(anlaşma ile Müslüman memleketlerinde yaşaması kabul edilen ve hayatı korunan gayr-ı Müslimler)dir. O (zimmiler), yaratılışta senin gibi, korunması ve gözetilmesi üzerine gerekli olanlardandır. Şimdi onlardan ara-sıra sürçme, kasıt veya yanılmayla bazı suçlar, günahlar meydana gelir... Yüce Allah’ın senin günahlarını affetmesini sevdiğin gibi, onları affetmen, onlara iyilik etmen gerekir. Zira sen idare ettiğin insanlardan büyüksün ve senden de seni vali yapan büyüktür. Ondan da Allah Teâlâ yücedir. Cenab-ı Hak onların işini sana emanet edip seni onlarla imtihana tutup sınadı. Şimdi kendini Allah Teâlâ’nın gazabına uğratma. Çünkü senin Ona karşılık vermeye gücün yoktur ve Onun affını ve rahmetini istemez, beklemez değilsin (af ve rahmetine muhtaçsın)...


Bir kimsenin suçunu affetsen, ona pişman olma ve bir kimseye ceza versen, ona da sevinme. Ve senden aceleyle hata çıkma ihtimali bulunan
yerde hızlı hareket etme; teenni üzere ol (yavaş hareket et; ilerisini düşünerek dikkatli davran)! “Emir sahibi, beni reis yaptı” diyerek “Elbette
benim emrime itaat etmek gerekir” deme. Çünkü bu tür düşünce kalbe eksiklik verir; dindarlığa kusur ve zayıflık getirir ve memleketin, hakimiyetin yok olmasına yaklaştırır. Eğer kendi büyüklüğünü ve hakimiyetini görmekle nefsine gurur ve asilik gelirse, yüce Allah’ın [s. 43] büyük hakimiyetini ve mükemmel saltanatını düşün ki, senin kuvvetinin yetmeyip tam bir güçsüzlükle âciz olduğun şeylere Onun tam kudreti var.

Tâ ki o bakış senin aşırı erişmeni (kibre kapılmanı) yatıştırsın ve benliğinin öfkesini, keskinliğini giderip aklından kaybolan şeyi yine sana
geri döndürsün. Ey Mâlik, sakın büyüklükte yüce Allah’a karşı çıkıp ululukta onu taklide çalışma ki bu mana, büyüklenme ve kibirlenmeden
meydana gelir ve yüce Allah her büyükleneni alçaltır...

Eğer sende veya itibarlı kişilerinde ve idare edilen halkta seninle münasebeti olan kimsenin üzerine Allah’ın haklarından ve insanların
haklarından bir şey meydana gelirse, onu gereği gibi soruşturup yerine getiresin; onu (çiğnemeyi) istemeyesin ve yerine getirmekten korkmayasın. Eğer öyle yapmayıp (haksızlığa) meyledersen, Allah Teâlâ hazretinin kullarına zulmetmiş olursun. Çünkü kullarına zulmedene yüce Allah bizzat düşmanlık eder ve hem de bil ki, yüce Allah’ın nimetlerini değiştirip belâlarını çabuklaştırmada zulüm üzere ısrar etmekten beteri yoktur. Ve “İşlerin hayırlısı, orta olanıdır” (hadisi) gereğince, her işte hakka uygun olmak şartıyla- hangisi ortaysa, hangisi adalet yönünden değerli ve lüzumluysa, hangisinden insanlara fayda ve idare edilen halkın hangisine rızası varsa, onun sana hepsinden sevgili olması gerekir. Çünkü halkın hepsi razı olmasa, itibarlı kimselerin rızası bir mana ifade etmez (faydalı olmaz). Ama idare edilen halkın hepsi razı olunca, has(muhterem olan)ların razı olmaması zarar vermez. Şimdi kendi muhterem kişilerinin yerine ümmetin tamamına sevgi ve dostluğun fazla olsun. Çünkü kendi muhterem adamlarının, genişlik vaktinde sana zahmeti, sıkıntısı fazla ve belâ vaktinde yardımı az olur. Ve zulmüne [s. 44], eziyetine göre kızsan, son derece gücenir, iğrenç görür. Ve iyilik etsen, şükrü (teşekkürü) halkın hepsi gibi etmez, az eder. Ve iyilik etmesen, özrü geç kabul eder. Ve zamanede bazı belâ ve zahmet de görse, sabredemez, zıddına göre hareket eder.
Halkın kamusu, ki dinî emirlerin yerine getirilmesinde direk ve Müslümanların cemiyetinde ve düşmanlarla vuruşmada gerekli ve faydalı olan ümmetin bütünüdür, o insanların kusurların açıklamak isteyen kimseleri yanına getirip onların sözlerini dinleme. Çünkü halkta, validen
başka kimsenin gizlemeye gücünün yetmeyeceği bazı kusurlar vardır. Bir kusuru sana söyleseler, sen onu ört; açmaya çalışma! Senin üzerine
gerekli olan (vazife), bozukluğu, kötülüğü örtmektir. Senden gizli olan(davranışlar)ın hâkimi Allah Teâlâ hazretleridir. Gücün yettikçe
Ahd-nâme-i Emîrü’l-Mü’minîn İmâm Ali insanların kusurunu ört ki, yüce Allah da senin kusurunu örtsün. Ve gönlünde halka karşı olan ukdeyi (düğümü) çöz ve kine sebeb olacak şeyleri kalbinden çıkar ve işine gerekli olmayan nesneleri bilmiyormuş gibi görün. Bir kimse sana gelip başkasını gizlice şikâyet etse, onu doğrulamakta acele etme; temkinli ve akıllıca davran. Çünkü kovlayıcı (gammaz, münafık), öğüt verenler kılığında olsa bile kin ve kötü niyet sahibidir…


Ve cömertlik edecek olsan, danışma meclisine cimri getirme. Zira seni fakirlikle korkutup iyilikten alıkoyar. Ve korkak kişiyle istişare etme ki, işinde sana kalp zayıflığı verir. Açgözlü kişiyle de istişare etme! Çünkü sana tamah yönlerini süslendirip zulmettirmeğe sebep olur. Ve bil ki,
cimrilik ve korkaklık, Hak Teâlâ hazretine kötü zanda bulunmaktan meydana gelen hâllerdir. Onlardan sakınmak gerekir. Ve bil ki senden
önce gelen valiler zalim olsalar, onlara yardımcı ve kâhya [s. 45] olanı veya onların zulmüne birlikte başlayıp devam eden ve ortak olanları
getirip has adamlarından edip sözlerine uyma. Çünkü onlar zalimlere yoldaş olup zulme yardım edegelmişlerdir. Seni de ansızın onların birisi ederler. Zalimlere yardım etmemiş ve sana azığı (yardım) ve dostluğu fazla olan kimseleri has adamlarından edinip yalnız görüşülecek yerinde ve meclislerinde onlarla arkadaşlık et. Onların seçkini ve seçilmişi, doğru sözü sana acı da olursa başkasından fazla söyleyen ve kendi nefsinin isteğine uyup Yüce Allah’ın kendi dostlarına çirkin gördüğü fena şeyleri işlemek istesen, sana izni başkasından az olan kimselerdir. Bundan başka takva sahibi ve doğru sözlü kimselerle arkadaş ol ve arkadaşlarına seni övmede aşırı gitmemelerini ve abartmamalarını öğret. Çünkü övme konusunda abartma, nefse gurur getirir. Ve yine iyilik eden kimseyle kötülük edeni yanında beraber görme. Zira ikisi de bir olunca, iyilik eden “İyiliğim bilinmedi...” diye vazgeçer; kötülük eden de fenalığı âdet edinip ondan kaçınmaz olur. O hâlde, herkese kendisinin işine göre karşılık ver. Eğer idare edilen halkın gönlünün sana düzelmesini istersen, senin de onlara iyi fikir besleyip işlerinde güvenin olsun. Halka iyilik et ve (insanların) çektiği zahmet ve belâları hafifleştir. Önceden olagelmedik şeyi sonradan ortaya çıkarıp onları zorlama ve mükellef kılma. Bütün onlarla öyle bir şekilde yaşa ki, idare edilen insanların sana karşı doğrulukları hakkında [s. 46] iyi fikrin meydana elsin. Çünkü halkın bu yönden iyi fikir beslemene en lâyık olanı, kendisine bağışın ulaşmış olanı ve kötü sanışına en yaraşırı, kendisine kötülük etmiş olduğun kimsedir. Bu ümmetin ileri gelen ve şerefli kişilerinin amel edip alışık olduğu ve idare edilen halkın salâh (iyilik, rahat, barış, dine bağlılık) bulduğu iyi, (dine) uygun ve faydalı yolu hiç bozma. Önceki(mümin)lerin iyi yollarından birine zarar verecek bir yolu ortaya çıkarma. Çünkü iyi bir yol açan, âdet koyan, sevap kazanır ve mükâfat elde eder; sen onu bozmakla günahkâr olursun. Elinin altında bulunan memleketin iyiliğine vesile olan şeyleri kararlaştırmakta ve halkın hâllerinin senden önce nizamına ve doğruluğuna vesile olan şeyin yerinde kalması hususunda âlimlerle ve hikmet bilir kimselerle çok söyleş ve sohbet et. Ve bil ki halk birçok tabakadır: Bir kısmı bir kısmıyla iyileştirilir ve bir kısmı diğer bir kısmına karşı ihtiyaçsız değil, kat’iyyetle muhtaçtır. Çünkü bunların bazısı asker ve savaşçıdır. Bazısı kamunun ve ileri gelen kişilerin işleri için gerekli yazıcılardır. Ve bazısı adil hâkimlerdir ve bazıları ise insaf ve yumuşaklık üzere olan iş ve emir ehlidir. Bazısı Müslümanlardan vergileri tahsil edenler ve Müslümanların idaresi altında bulunan gayr-ı Müslimlerden haraç ve cizye sahipleri, bazısı da tacirler ve sanat erbabıdır. Aşağı tabakası, fakirler ve yoksullardır. Allah Teâlâ hazretlerinin Kitâb’ında ve Peygamber’in hadisinde her bölük anılmış olup payı belirlenmiştir. Vuruşan şu askerler, yüce Allah’ın emriyle halkın hisarı ve kalesidir; valilerin süsü ve dinin itibarı, güvenliğin yoludur. Halkın hâlleri ancak bunlarla düzen bulur. Bunların hâlleri de ancak yüce Allah’ın idare edilen halktan bunlara belirlediği, mühim şeylerine harcayıp işlerini tamamladıkları haraç malıyla düzen bulur. O hâlde bu yönden bunların da halka ihtiyaçları vardır. Bu iki bölüğün de hâllerinin düzeni, hâkimlere, yazıcılara ve iş başaran memurlara muhtaçtır. Böylece hâkimler, onların arasında meydana gelen düşmanlıklarını ayırıp birbirinden haklarını alıverirler. Yazıcılar ve âmiller (zekât ve vergi tahsil eden memurlar) da halktan meydana gelen menfaatleri güvenilir bir şekilde yazıp kaydetsinler; (halkın) masraflarına harcasınlar. Bu (sayılanların) hepsinin de hâlleri, ancak bir araya gelip anlaşmayla pazar meydana getiren tacirler ve sanat sahipleri ile düzenli olur. Ve o anılan bölükler, işine (bütün ihtiyaçlarını bizzat karşılamaya) gücü yetmeyip yeme ve giyme sebepleri, kavga ve mücadele vasıtaları gibi muhtaç oldukları şeyleri bunlardan satın alıp kendi işleriyle uğraşırlar. Muhtaçlar ve fakirlerden meydana gelen aşağı tabakaya iyilik ve yardım etmek gerektir. Her birinin ihtiyaca yetecek kadar azığı vali üzerine sabittir. Askere kumandan tayin edecek olsan, öyle bir kişiyi kumandan yap ki, sana herkesten daha hayır dileyici olsun; nasihati yüce Allah ve Resulü katında makbul olsun. Huy yumuşaklığı herkesten fazla olsun ve kızgınlık zamanında acele etmesin; suçu olan özür dilese, teselli bulmuş olsun; zayıflara merhameti fazla olsun; sertliği olmasın; zayıf kalpli olup gevşeklik de etmesin…
Muhabbet ve dostluğun değerli, salih, asil aileden, kahraman ve cömert kişilerle olsun. Çünkü bu tür kimseler iyilik sahibi ve değerli [s.
48] olurlar. Bunlardan çıkan, dince ve akılca iyi bilineni emretmektir. Bunların işleriyle anne ve babanın oğullarının işiyle alâkadar olduğu gibi ilgilen ve onları yerine getir. Onların gıdasına vesile olan şeyi çok görüp ondan vazgeçme ve onlara yapagelmiş olduğun bir iyiliği, az da olsa değersiz sayıp bırakma! Çünkü bazan olur ki az şey, onların iyi fikir beslemelerine vesile olur ve “Onların büyükçe işlerini tamamladım” diye mühim olmayan işlerini yerine getirmekten vazgeçme. Bazan o azıcık işe tam ihtiyaçları olur. Onların bütün işlerini tamamlamaya gayret ve dikkat et. Ve askerine kumandan olanları yanında seçkin yap ve rızıkları taksim ettiğinde öyle yap ki, kendilerine ve evlerindeki çoluk çocuğuna yetsin. Böylece onların maksatları da birleşip savaşta düşmanlara karşı ellerinden geldiği kadar gayret gösterirler. Çünkü vali olanların eli altında olanlara sevgi ve şefkati, onların kalplerinin meyline ve gönül şenliğine vesile olur. Elinin altında bulunanların niyeti, sana sevgi ve dostlukları olduğunda ve senin hâkimiyetin onlara ağır gelmediğinde halis olur; böylece senin devletinin (itibarının) devamını ve kalıcılığını isterler. Ve mümkün olduğu kadar askerin isteklerini, arzuların kestirtme. Tatlı dille onların gönüllerini kazan ve senin yolunda çektikleri zahmetleri yanlarında söyle ki, iyi huylarını anmak, yiğit olanın kahramanlığını harekete geçirip onu gayret ve cesarete getirir. Herkesin çektiği belâyı ve yaptığı hizmeti bil ve onun karşılığını mükâfat olarak vermede kusur etme. Ve bir kişinin yaptığı hizmeti başkasına ekleme. Bazı kimselere bakıp aşağı [s. 49] durumda olanlara fazla zahmet yükletme; katiyyen her işte adalet üzere ol. Ve büyük bir iş olup âciz kalsan veyahut bazı işler senin için karışık ve zor olsa, yüce Allah’a ve Onun Resulüne müracaat et! Nitekim Cenab-ı Hak, doğru yolu göstermeyi istediği kula şöyle hitap eder, buyurur ki:

“Yā eyyühe’lleźíne āmenū etí‘ūllāhe ve etíū’r-Resūle ve uli’lemri minküm. Fe in tenāza‘tum fí şey’in fe ruddūhu ilā’llāhi ve’r-Resūl.”

Yani “ey iman edenler, Allah ve Resulüne ve sizden olan idarecilere itaat edin.


Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşseniz, onu Allah ve Resulüne arz edin.”9 Allah’a arz etmenin manası, Allah’ın Kitabında bulunan ayetlere inanmaktır ve Resulüne arz etmenin manası, Peygamber’in sünneti ile amel etmektir. Halk arasında hâkim olarak idaren altında bulunan insanların en faziletlisini ve işleri tamamlamada sıkıntı çekip bazı muhaliflerin düşmanlığıyla pek inatçı olup darılıp gerçeği bildiği zaman doğruya dönmeye utanmayan ve açgözlü olmayan bir kimseyi seç! (Hâkim) bir hüküm ve kararın sonuna erişmeden pek az anlama ile yetinmesin ve karışık olan işlerde onun bilgisi, başkasından fazla ve delille iş yapmakta da başkasından üstün olsun. Hasmın müracaatı ile yorulması az ve gizli işleri meydana çıkarmada sabrı başkasından fazla olsun ve iş belli olduğunda çekişmeyi kesme konusunda başkasından keskin olsun. Övülmesinde abartma yapmakla nefsine gurur gelmesin ve kimsenin teşvikiyle (bir hükme) meyletmesin. Bu tür kimseler az bulunur. Ve birini hâkim (tayin) edince, ona iyiliği şu derecede et ki, onun da ihtiyacı halktan kesilmiş olsun ve senin yanında mertebesi öyle bir derecede olsun ki, has adamlarından da o mertebeye erişme hırsı [s. 50] olmasın. Böylece o da başkasının hile ve oyunundan emin olup kendi işiyle meşgul olsun. Ama bu tür kimse bulma işi hususunda güzel bir çalışma yapman gerekir. Bu İslâm dini, kendi nefislerinin istekleriyle iş yapan ve dinle dünya (nimet ve menfaatlerini elde etmek) isteyen kötüler elinde esir olmuştur. Onu onların elinden almak, cihadın en faziletlisidir. Ondan sonra vergi tahsiline memur olan memurlarının işinde düşün...

 

Bir iş emanet edecek olunca, onu bir kimseye emanet et ki, başkasından üstünlüğünü görüp iradenin güzelliğiyle tevdi edesin; utanmakla ve yahut işi artırması sebebiyle emanet etmeyesin. Çünkü bunların her biri zulüm ve hainlikten bir daldır. Onlardan da araştırıp 9 Kur’an, Nisâ Suresi, 4/ 59.

öyle bir kimseye emanet et ki, tecrübe ve hayâ sahibi, salih, cömert kişilerden ve İslâm’a önce gelenlerden olsun. Zira onların huyları iyi; namus ve haysiyetleri sağlıklı olur; tamahta ileri yere çıkmaları az ve her işin sonunu düşünmeleri fazla olur. Ondan sonra bu tür memurlara rızkını çokça ver ki nefislerini ıslah etmekte kuvvetli olup elleri altında bulunan halkın malından menfaat beklemesinler; emrine muhalefet etse ve emanette kusur etseler, onların üzerlerine sana delil olsun. Ondan sonra işlerini yokla; yer yer sadık gözetleyici ve vefalı kimseleri koy; onların hâllerini gizlice araştırıp sana haber versinler. Çünkü senin onların işini bu şekilde gözetleyişin, eminliklerine ve halka yumuşak davranmalarına vesile olur. Böyle yaptıktan sonra onlardan birisi hainliğe el uzatsa ve (gizli) gözetleyicilerin haber verseler, bu kadar şahitle yetinip (suçu sabit olan kimsenin) bedenine ceza veresin ve o işten ona ait olanı elinden alasın; itibarsızlık (bilgisi) veresin ve onu hainlik alâmetiyle sanık yapasın. Ta ki başkası da onu görüp ibret alsın ve işine dikkat etsin…

 


Ve vergiyi öyle yap ki haddinden fazla olup sahibi zarar görmüş olmasın veya az alınıp başkasına zarar gelecek olmasın. Çünkü vergi sahip(mükellef)lerinden başka kim varsa, onlar haraç malına muhtaçtır. Bu cümleden olarak, vergi alımında bakışın şehrin eksikliklerinin giderilip düzeltilmesine (imarına) olsun. Sırf mal çokluğunu gaye edinme. Çünkü vergi malı (geliri), memleketin mamur olmasıyla olur. Aksi takdirde memleket şen, bayındır olmadan vergi istemek, şehirlerin harabına ve kulların helâkine sebep olur. Ve o tür valinin işinin doğru yönde olması nadirdir. Ve eğer vergi sahipleri vergilerini öderken bazı arızalar gelmekle, meselâ suları veya yerlerini su harab etmekle yahut yerleri kuraklık olmakla âciz kalıp vergi çokluğundan şikâyet etseler, (o vergilerin) bazısını eksilt. Hâlleri düzelinceye kadar azalt ve vergi gelirinden o kadar şey gelmeyişine gücenme. Çünkü o kadarı, vergi veren halka azık olup memleketin mamurluğuna vesile olur. Bununla birlikte birçok dua ve övgü elde edip onların arasında adalet ve iyilikle meşhur oluşundan sonra böyle bir iftihar meydana gelir. Ve onlara o kadar azık bırakıp kendilerinin gönlü rahat olmakla senin adalet ve iyiliğini âdet edinmiş olurlar. Memleket, idare edilen halk fakir ve âciz olduğu ve (vergi gibi devletçe) yüklenen şeye güç yetiremedikleri zaman harab olur. (O zaman insanların hepsi) kısım kısım, dağınık olur ve memleket haraba yüz tutar. Halkın fakir ve âciz olmasının sebebi, vali olanların kendi kalıcılıklarına güvenip kendilerinin hâline bakmaları ve mal toplamayla (şahsi gelir elde etmeyle) uğraşmalarıdır. [s. 52] Böylece halkı fakirlik, yoksulluk kaplar. Ondan sonra tiplerinin işini düşün... Birini kâtip tayin edecek olsan, hangisi hayırlıysa, onu tayin et. Hele senin sırlarının ve tedbirlerinin yazıcılığını yapan hususi kâtibin… O iş için, güzel huyları baskın olan bir kimseyi seç! Ona saygı göster ve ikramda bulun ki haddini aşıp çok büyük topluluk içinde sana karşı gelmeye cür’et etmesin ve iş yapan memurlarından sana gelen yazıları doğru nakletsin ve senin tarafından yine onlara sağlıklı cevap yazmakta âciz olmasın. Senin için başkasından bir şey alacak veya başkasına senden bir şey verecek olsa, eminlik ve dindarlıkla yapsın. Ve senin hakkında iyi inanç sahibi olanların inancına zayıflık vermesin ve kötü inanç sahiplerinden o inancı gidermeğe âciz olmasın. İşleri idare etmede kendisinin ne kadar derecesi var olduğunu bilsin. Çünkü kendi derecesini bilmeyen, başkasının derecesini hiç bilmez.
Ondan sonra bunları seçerken sadece kendi anlayışına ve bunlara olan iyi fikir beslemene inanıp seçme! Çünkü gâh olur ki, bazı kimseler
vali olanların anlayışı ne kadar (keskin) olursa, kendisinden eminlikten bir şey yokken, sahte bir şekilde huylarına uygun işlerde bulunmakla yaranıp onları aldatır; sonra tehlikeye atarlar. O hâlde bunları seçecek olduğunda önce sınayıp görmen gerekir. Senden önce iyilikle vasıflanmış olan valiye hangisi hizmet edip halkın bütünü arasında fazla tesir güzelliği gösterdiyse ve eminlikle çok tanınmışsa, onu seçmelisin. Çünkü bu mana, senin yüce Allah’a [s. 53] ve seni iş başına getirene samimi bağlılığına delildir.
Ve kâtiplerin bir kusurundan haberdar olsan, onu göstermesen, gaflet göstersen, devamlı yapar; iyi olmaz...

Ve bundan başka, senin bulunduğun şehirde veya memleketlerin etrafında olan tacirleri, alımsatım yapanları ve sanat sahiplerini gereği gibi gözetmen, incittirmemen lâzımdır. Mallarına iliştirmeyesin ve sataştırmayasın. Çünkü halk bunlarla fayda temin eder; (onlar) uzaktan, yakından, denizden, karadan, dağdan ve ovadan bütün insanlara yararlı şeyler toplarlar ve kamu halkın bir araya gelmekle meydana getiremediği şeyi bunlar meydana getirir. Satıcı ve satın alıcı olanların çoğunda çirkin bir cimrilik vardır: Gelir ve mahsul günlerinde fazla kıtlık olunca “satmam” diye halkın almasını engelleyip, satmayıp insanlara sıkıntı ve darlık vermek... Bu zararlı bir şeydir; halkın tamamına ondan zarar gelir. Vali olanlar için son (derece büyük) kusurdur. O hâlde satıcıları bu işten alıkoyasın ki Hz. Peygamber (s.a.v.) (tacirleri) ondan men etmişlerdir. Ve satışları doğru ölçü ve tartıyla yaptır. Fiyatları da itidal üzere yap ki satıcıdan ve müşteriden hiç birine zarar gelmesin. Satış değerleri yükselsin diye ihtiyaç maddelerini saklayanlara (stokçuluk yapanlara) ceza ver; fakat cezalandırmada da
aşırı gitme ve gereksiz yere harcama. Ondan sonra aşağı tabaka hakkında yüce Allah’tan sakın! Onlar çalışıp kazanmaya güce yetmeyen fakirler, muhtaçlar, geçimleri dar olanlar, körler ve kötürümlerdir. Çünkü bu takımda öyle kimseler vardı ki, kanaat sahibidir; dilenmeğe muhtaçtır ama dilenmezler. Yüce Allah bunlara hak belirlemiş; “O hakkı koru, gözet!” diye sana emretmiştir. O emre uyup memlekette olan beytü’l-mâl(maliye hazinesin)den ve Müslümanların gelirlerinden bunlara bir kısım (pay, maaş) belirle. Bu bölükten sana yakın olanların sende hakkı olduğu gibi, uzak olanların da onlar gibi hakkı vardır; gözet! Nimete ve devlete dalmış olup bunlardan habersiz kalma; daima bunlardan esirgeme bakış ve fikrini eksik etme; büyüklük taslayıp bunlardan yüz çevirme. Halk içinde itibarsız olan ve göze hor göründüğünden seninle görüşmeye gücü yetmeyen kimselerin işini arayıp sor. Bunlar için güvenilir, yüce Allah’tan korkan ve tevazu sahibi olan bir kimse tayin et; onların hâllerini yoklayıp sana arz etsin. Bunların hakkında öyle bir şekilde amel et ki, yüce Allah huzurunda özür
dilemeye elverişli olsun. Çünkü bütün idare altında bulunan halk içinde adalet ve insafa bu sınıf insanların ihtiyacı fazladır. Yetimler, çalışıp
kazanmaya gücü yetmeyen ve kimseden de dileyemeyen küçüklerin hâllerini gereği gibi tedarik et. Bu, vali olanlara ağır bir yüktür; yüce Allah
kolaylaştırır.


Ve zaman zaman ihtiyaç(ları karşılamak) için umumi meclis yapıp bizzat oturman ve kapıcılarına, çavuşlarına kimseyi seninle karşılaşmaktan men etmemeleri için gözdağı vermen gerekir. Sen de meclisinde tevazu ve alçakgönüllülük göster ki ihtiyacı olanlar gelip onları arz
etmeye güç yetirsinler. Seni görüp korkularından hâli arz etmekte âciz olmasınlar. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kendilerinden zayıfın
hakkının alınmadığı kimseler temiz olmaz” dediğini işittim. İhtiyaç sahiplerinin akılsızına ve cevap vermeye gücü olmayanlarına tahammül
et; sıkılma ve kibir gösterme ki yüce Allah rahmetinin sığınağında seni rahat kılsın…

Ve bir kimseye bağışta bulunsan, onu gönül hoşluğuyla ver; eğer (iyilik) etmesen, özür dilemeyle onun gönlünü al; kalbi kırılıp gitmesin.
Bazı işler vardır ki onlara bizzat başlayıp girişmen gerekir. Biri, yazıcıların yapmaktan âciz olduğu işler, biri de halkın ihtiyaçları sana arz olunca yumuşak cevap vermektir. Bu söylenen işler için vakit ve günlerini böl ve zamanların en üstününü Allah’a ibadet için alıkoy ki o sırada Hakk’a kulluğunu gösteresin. Gerçi bu anılan işler, niyet halisliğiyle ve idare altındaki halkın selâmeti için gayret ibadettir; çalış, her ibadeti samimi yap! Hele hususi olarak Allah için olan farzlarda niyetini halis yap! Ancak Cenab-ı Hakk’a bedenî ibadet hususunda kusur etme ve yüce Allah’a yaklaşmayı iste; (bu ibadetleri eda ederken) bedenî zahmete katlan! Ama namazda imamlık etsen, çok uzatma; cemaate nefret verecek olmayasın. Çünkü bazen olur ki, cemaatte özür ve ihtiyaç sahibi kimseler bulunur; uzatmaya dayanamaz. Namazın, gerekli şeylerinden nesne yitmeyecek şekilde, şüphesiz orta derecede, ölçülü olsun. Hz. Peygamber (s.a.v.) beni Yemen’e gönderince, “Onlarla namazı nasıl kılayım?” diye sordum. Cevap olarak “Onların zayıflarının namazı gibi kıl; müminlere merhametli ol!” dedi. Ondan sonra idaren altındaki insanları çok zaman gözetlemezlik etme; hatta her zaman onların hâllerini inceden inceye araştır. Çünkü vali olan vaziyetleri yoklamasa, durumların pek çoğunu bilmez. Gözünde iyi, kötü, büyük, küçük birbirinden ayrılıp hakkı batıldan (doğruyu yalan ve çürük olandan) ayırmaz. Ve doğru olan işin ve gerçekliğin hususi işaretleri yoktur ki birbirinden ayrılsın…

Bundan dolayı, idare altında bulunan halkın hâlleri ayırt edilemez ve bozulmuş olur. Ondan sonra (durum) şundan boş değil ki, senin yaratılışında cömertlik varsa, hakları bol bol vermeye düşkün olursun ve eğer yaratılışında cömertlik olmasa, insanlar senin cimriliğini bilip, bol bol vermenden ümit kesip senden bağışlama istemezler. Bilhassa halkın ihtiyacının en çoğu, zalimin zulmünden şikâyet ve muamelelerde insaf taleb etmektir; seninle alâkalı zahmeti, sıkıntısı yoktur. Ve vali olanların has adamları ve samimi dostları olur ki, bunlar idare altındaki insanlara dik başlılık, zulüm ve adaletsizlik ederler. Onların bu işleri yapmasına sebep neyse, anla ve o sebepleri kes! İş veya suya ait hak hususunda idare altındaki halkla ortak olan bir yeri kendi hizmetkârına ve has adamına gösterme. Çünkü bazen olur ki, zahmeti halka çektirip meydana gelen geliri kendileri alırlar. Öyle olunca, onlara mal, sana vebal meydana gelir. Bir kimseye hadler (belirli suçlara karşılık tatbik edilen şer‘î cezalar) ve haklardan bir şey lâzım gelse, onu yerine getir. Eğer kendi yakınlarından veya ileri gelen adamlarından olursa dahi meyletme ve çekinme! Her ne kadar bu manayı icra etmek kendine, yakınlarına ve nefsine son derece ağır gelirse de yüce Allah’ın rızasını isteyerek nefsini zorlaman gerekir. Bu kadar belâya sabredesin ki, onun sonunun övülmüş olduğunda şüphe yoktur. Eğer idaren altındaki
halk, “İşlerin bir kısmında zulme meyletti” diye kötü zanda bulunsalar,güzel bir özür beyan edip o inançtan onları döndürmen gerekir.
Ve düşmanın olan kişi seninle barışmak istese, barışı reddetme; barış! Askerin bir derece genişlik üzerine olur; sen de karıştırmadan (kaygıdan) kurtulmuş olursun; memleket güven ve eminlik içinde bulunur.Ama (düşmanın kötü niyetinden) son derece sakınma ve korunma üzere ol! Çünkü düşman bazen olur ki, sana gaflet vermek için barış şeklini gösterir; zafer elde eder. İyi hazırlık yap; düşmanına tamamen iyi fikir beslemeyince vazgeçmiş ve boş kalmış olmayasın. Fakat düşmanla sözleşme yaptıktan veya onu zimmi kabul ettikten sonra bu sözleşmeyi
tam olarak muhafaza et; zimmeti doğrulukla gözet! Bütün yaratılmış(insan)lar, istekleri birbirine aykırı ve görüşleri dağınıkken, yüce Allah’ın lûtfundan dolayı sözünde durma ve saygı gösterme üzerine bulunmuş ve ittifak etmişlerdir. Hatta Müslümanlardan başka, kâfirler de birbiriyle sözleşme ve yeminlerini tam olarak gözetirler. (Bu sözleşmeyi) bozup zulmetmekle (gayr-ı meşru bir iş yapmış olan kimsenin) sonunun harap olduğunda kimse şüphe etmez. Ve bundan başka, yüce Allah, söz vermeyi, kullara merhametinden ötürü, her taraftan çaresiz kalınca ona yakın olmaları (sığınmaları) için bir kale yapmıştır. Bundan dolayı, ona hainlik etmek, birbirinin vasıtalarını kapışmak ve aldatmak asla caiz değildir. Çünkü bu tür fiil, yüce Allah’a (karşı çıkışa) cüret etmeğe döner.O, bedbahtlıktan meydana gelir. Bu tür iş yapacağın kimselerle sözleşme ve antlaşma yapma! Yüce Allah (adını anmak) ile verdiğin bir sözü, bazı sıkıntılara uğramakla meşru bir sebep olmadan bozmaya kast etme! O sıkıntıya sabret ki, o sabır seni o darlıktan bir genişliğe eriştirir. İnşallah sabırla son iyiliğini elde etmek gerekir. Yüce Allah’ın dünya ve ahirette senden (karşılığını) isteyeceği zulmün günahından korkmalısın. Aman, haksız yere kan dökmekten son derece sakın! Onun günahı hepsinden [s. 58] büyüktür. Yüce Allah’ın belâsını getirip nimeti ve devleti (saadeti) sona erdirmekte her fesattan bu fazladır. Yüce Allah’ın Arasat gününde kullarından ilk sorguya çekeceği şeyler, onların aralarında haksız yere dökülen kanlardır. Ey Mâlik, sakın “Hakimiyetim kuvvet elde etsin!..” diye yüce Allah’ın haram kıldığı kanları dökme kötü fiilini işleme! Çünkü ki o senin hakimiyetine zayıflık ve gevşeklik verir; hatta (o hükümranlığı) senden giderip başkasına geçirir. Kasten (haksız yere) kan dökmek, yüce Allah katında ve benim yanımda asla özre elverişli değildir. Eğer yanılma ve kusurla elinden bir kimseyi öldürme fiili çıksa… Çünkü bazen olur ki yumrukla ve onun gibi şeylerle (adam öldürme kastı olmaksızın bir kimse) öldürülür…

hakimiyetine ve büyüklüğüne güvenip (o öldürülen kimsenin) velilerine hakları olan borcu ödemekte kusur etme; tamamen ödeyip onları razı et. Bundan başka ey Malik, kendini beğenmişlik ve kibirden uzak dur! Kendini beğenmişliğe sebep olacak şeylere asla güvenme! Ve seni övme
hususunda aşırı gidenleri sevenlerden olma! Çünkü şeytan, iyiliğini iptal etmeğe bu yerde son derece fırsat bulur ve bu sıfatlarda yol bulduğu gibi yol bulmaz… Bundan başka, iyilik edince onu başa kakma; sözüne yalan
karıştırma ve vaad edince ona zıt davranma. Zira başa kakmak, iyiliği iptal eder; söze yalan karıştırmak Allah’ın nurunu giderir ve vaadine zıt
davranış, Cenab-ı Hak katında kötülenmiş ve insanların nefretine sebeptir. Sakın vakti gelmeden bir işte, buyrukta acele etme ve zamanı geldikten sonra da onu erteleme. Ve olmayacak işlerde inat etme. İş, açıkça belli olunca gevşeklik etme. Her işi, emri yerli yerine koy! Sakın halkın birbirine uymakla [s. 59] kararlaştırıp kabul etmiş olduğu iyi bir işi bıraktırmayı isteme! İnsanlara gerekli olduğu açık ve belli bir şeyden habersiz kalma! Çünkü o başkasına faydalanma içindir. Az zamanda her işin perdesi açılıp mazlumların hakkı senden mutlaka istenecektir. 

Hazırlıklı bulun!..

Eline, diline sahip ol! Bir Müslümana dilinle dokunma; onu elinle dövme; kimseye zarar verme! Öfke ve kıskançlıkla ansızın bir hata işleyerek senden yaramaz bir fiil çıkmasın. Kızgınlık geldiğinde, onu ertele ki iradene sahip oluncaya kadar sakin olsun. Ondan sonra ne yapman gerekiyorsa yaparsın… Bu anılan şeyler, daima Kıyamet kopup Cenab-ı Hakk’ın huzurunda hazır olacağın, yaptığın işlerin senden sorulacağı kaygısını çektiğin zaman nefsinde sağlam ve yerinde olur. Bundan başka, senden önceki valilerin adalet üzere olan idarelerini, iyi yollarını, Hz. Peygamber’den (dua ve selâm onun üzerine!) meydana gelen hadisleri ve Yüce Allah’ın Kitabında açıklanan farzları daima hatırlamak, senin için dinen yerine getirilmesi gereken bir vazife ve lüzumlu iştir. Bu ahd-namede yazdığım şeyleri kabul edip onunla amel edici olasın ve bu ahd-nameyi nefsinin isteğine uyarsan, bahane aramayasın, senin üstüne bir delil olur diye kaleme aldım. Rahmeti geniş ve her istenen şeyi vermekte yüce kudreti olan Allah’tan beni ve seni, kendisinin rızası bulunan şeylere muvaffak etmesini dilerim. Kendi katında ve halk
yanında açık özrü olan bir işi nasib etsin ki Yüce Allah’ın kullarından bize hayır dua ve memleketimize bizden iyi eserler meydana gelsin. Bize
verdiği nimeti tamamlayıp lûtfunu kat kat kılmasını; benim sonumu ve senin sonunu saadet ve şehadetle bitirmesini dilerim. Çünkü biz ona tam bir istekle rağbet edici ve talibleriz…

ÂDEM CEYHAN

İLYAS KAYAOKAY

Kaynak:Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 21, İstanbul 2018, 70-84.

 

Son Düzenlenme Pazartesi, 08 Şubat 2021 10:41

NE İZLESEM

 
 

NE OKUSAM